28 Ekim 2010 Perşembe

Electromagnetics'e ağıt

Ey ben sana nettim neyledim
Lanetlenmiş gibi bi türlü geçemedim
Eller çatır çatır geçerken
Cihanoğlan kaldı derdim

Taş olsam çatlardım kuş olsam uçardım
R'leri söylerdim bu kadar çalışsaydım
Ondandır bütün derdim kederim
Mazide kaldı FF'siz günlerim

Ah gidermiydim bile bile ölüme
Gene de gelir miydim bu bölüme
Nietzsche'yi anlıyorum seni anlamıyorum
Elimden ne gelir bilmiyorum

Tiz kellem vurula gene geçemezsem
İçim kan ağlar 35i göremezsem
Cihanoğlan der ki dursun bu keder
Senin uğrunda heder oldum heder

18 Ekim 2010 Pazartesi

yes, im back!



(ÖZET:Kötü kalpli doktor Hasan'ın zamanda geri giderek yumiyum ve cinoların içine karıştırdığı ilaç sayesinde tarihteki tek Türk zombi istilası(ada filmini saymazsak yani o bir film sonuçta) gerçekleşiyordu. İnsanların çoğunluğunu 7-21 yaş arası çocukların oluşturduğu yüzde 58i zombiye dönüşmüştü. Burada okuyacaklarınız Halis adlı gencin Adana'daki İNN internet kafeden tüm dünyaya istilayı duyurduğu maillerden alıntıdır)

Korkuyorum. Şu anda Kenan Evren ve Turgut Özal'dan seslerini duyabiliyorum. Oysa herşey çok normaldi. Akşam evde mandalina soyarak televizyon izliyorduk. Sonra yatmaya gittiğimde tüm ailemin katledildiğini hiç tahmin edemezdim. Sabah annemim okula gitmem için beni tehditler içinde uyandırmamasından bir gariplik olduğunu anlamıştım. Hiç yapmama rağmen okulda yiyeceğim azarı düşünerek kalktım ve üstümü giyindim. Tam çıkış kapısına yöneldiğim sırada içeriden garip sesler duydum kapıyı yavaşça açtım. Gördüğüm manzara karşısında şoke olmuştum ailemden geriye bir tek babamın yatarken giydiği atlet kalmıştı. Ve içeride 1i daha vardı. Kanlar içinde bir elbisesi vardı. Sanırım sesleri çıkaranda oydu. Beni farketmemişti. Bağırmamak için kendimi tutarak televizyonun yanında duran dün akşamki mandalina tabağındaki bıçağı elime aldım yavaşça içeri doğru süzüldüm. Tam bıçağı kaldırdığım sırada beni farketti. Yüzünü bana döndüğünde ise izlediğim onca zombi filminin işe yaradığını düşündüm: bu bir zombiydi. Şekilsiz, yaralarla dolu bir yüz ,pörtlek gözler her şey tamamdı. Bu ya bir zombi, yada SSKda beklemekten sıkılmış acil bir hastaydı. Kalktı ve beni kovalamaya başladı. O sırada filmlere inanmamak gerektiğini anlamıştım, çünkü bu zombiler hiçte yavaş değildi. Kendimi can havliyle kapısı açık olan kendi odama attım. Kapıyıda kapatıp ne yapacağımı düşünmeye başladım. Fakat zombi odaya gelemiyordu. Sonra gece neden benim yanımada gelmediğini düşündüm. Bu odada farklı bir şey olmalıydı. Ve işte o zaman ESEMMATın zombiler üzerindeki etkisini anlamıştım. fakat sonsuza kadar bu odada kalamazdım bir şeyler yapmalıydım

DEVAM EDECEK...


12 Ekim 2010 Salı

Yeşiiiiiiiil yeşil

Herkese merhaba. Bugün insanlığa faydalı bişe yapacam ve bir blog tanıtacam. Çevreci bir blog sitesi, yani "green blog". Adresi: http://didigetsgreener.blogspot.com Blog bizzat benim kuzenime ait. Bunu önemle söylüyorum ki nasıl bi aile olduğumuzu anlayın diye. Ailede herkesin blogu var bizde. Birinin olmazsa aileyle arası soğuyor, hafiften dışlanıyor,aramıza almıyoruz, yazın yaptığı kumdan kalelerini yıkıyoruz. Yoksa ben keyfimden yazmıyorum yani.Aile geleneği...
Biraz kuzenimden bahsedim. Kendisi öngörülebileceği üzere çevreci. Baya çevreci ama böyle insanlarla bu konuda diyaloğa giriyor, pazarda falan sosyal mesajlar vererek dolaşıyor, Panter Emel'in çevreci halini düşünün,ama pencereden falan atlamıyo (gerçi bir gün bekliyorum organik balın içine falan). Zaten sitesinde de çevreciliğin kurallarını kendi üzerinde deneyip bizle paylaşıyor.
Mesela poşet kullanmıyor. Alışverişler sırasında herşeyi elde taşıyor. Pazara gidiyoruz taneli bişe alacak diye çok korkuyorum. Allah vere mandalina falan alsa yapacak bişe yok.Onla gezerken hep çok cepli pantolonlar giymek gerekiyor. Kuruyemişçiye gidiyoruz 100 gram leblebi alsa işkence oluyor. Tamam çevreci ama olan kendi çevresine (biz) oluyor. Hani çevreciydin.
Hayatı extreme (uçlarda) yaşayan bi insan. Mesela blogdan son günlerin ilk cümleleri:

6. gün-->Today, in the morning, i met with my dear, crazy, creative friend
7. gün-->Yesterday, i had a loooonngg period of sleeping
8. gün-->Today was extremely exhausting
9. gün-->Today was a great day!!
10.gün-->I bought Organic Honey,it was sooooooo expensive

Zaman konusunda da ekonomik. Annelerimizin dediğinin aksine her zaman 2 işi bir arada yapar. Mesela temizlik yaparken rusça öğrenir,ders çalışırken farsça öğrenir. Geçen sordum ne yapıyorsun diye "almanca öğreniyordum, kuru kuruya gitmedi bi yandan evi boyadım dedi".
Gelelim bloga. (bloga ne ya? bloğa olsaymış bari. bu da olmadı gerçi söylerken midem bulandı) Linke tıklayıp siteye giriyoruz ve sürpriz. Blog ingilizce. Why? I don't know. Şimdi kuzenimin bi arkadaş çevresi var; anladığım kadarıyla bunlar ortak bi Türkçe'de buluşamadıkları için ingilizce konuşuyorlar. Sevinçlerini, üzüntülerini, heyecanlarını, aşklarını, sevdalarını hep ingilizce yaşıyorlar. Böyle sürekli ingilizce konuşarak gezen ama Türk bi grup düşünün. Yerli turist dedikleri bu heralde. Erasmus'da Türkiye çıkmış hepsine.
Her ay kendine bir challenge koyuyor (verb:general term referring to things that are imbued with a sense of difficulty and victory) (fiil: meydan okuma) ( ya görev gibin işte, hedef de olur) (yazının devamını parantezlerle devam ettirecem)(şaka şaka)(Ve bu yılki Nobel Edebiyat ödülü, edebiyat tarihinde üst üste en çok parantez açan Cihan Öngün'e gidiyor)(konudan saptık yeni paragraf açıyorum)(bak biliyosanız açmiyim)
Nedir bu challenge'lar.Mesela bir ay alışveriş yapmıcam diyo. Veriyo ev arkadaşına parayı ona aldırıyor. Oldu mu? Olmadı. Bir ay no-packed food diyor. Nası yapıyor anlamıyorum. Süt içeceği zaman bardakla bakkala gidip içip geri mi eve dönüyor bilmiyorum artık. Ya da kendine güğüm mü satın aldı?
Neyse şaka bir yana bu blogu okuyun da çevreci bir insanın günleri nasıl geçer öğrenin, biraz çevreci olun. Çevreci olmak iyi insan olmanın 1. şartıdır. "Yemeğini evde yiyecen, aveadan aveaya konuşacan,bi de kombiyi az yakacan hacı" gibi cümlelerle kendinizi kandırmayın. BİR DE HAYVAN GİBİ SAĞA SOLA ÇÖP ATMAYIN ÇOK SİNİRLENİYORUM!!!

11 Ekim 2010 Pazartesi

Taziye

Sitemizin yazarlarından (çoğul?) Yasin (endergelişenossasunaatakları) bu dönemlik aramızda olmayacak. Ciddi bir insan olmaya karar vermiş;"espri yapmıyorum, okula gidiyorum ve atletle televizyon izliyorum" dedi.
Şaka şaka
Adana'da evindeyken, yazın laptopuyla bir klimalı odadan diğerine geçerken bilgisayarı erimiş. Bilgisayarsız o yüzden. Sık sık arayıp halini hatrını soruyom. "Bilgisayarsız nasıl yaşayabiliyorsun" dedim. "Allah gereken kudreti veriyor" dedi. Morali çok bozuk, pasiflora vermiş doktor film izlerken, cipsin yanında falan onu içiyomuş kola yerine. Çok sıkılınca okula falan gidiyomuş, kitap okuyomuş. Bu dönem pause etmiş kendini yani. Arada da bana nasrettin hoca fıkraları yolluyo sms'le. Bi de soruyo komik mi diye. Hey Allahım...
Bu dönem hep beni okuyacaksınız yani (kim okuyacak?). Ha yeter mi? Yetmez ama evet...

9 Ekim 2010 Cumartesi

Lütfen çocuklarınızı pistten çekiniz...

Bir önceki yazımdan dolayı RTÜK'ten ceza aldım; yoğun derece anlamsız pop şarkısı sözleri ile çocukların ruh ve beden sağlığını olumsuz etkiliyormuşum. Ceza olarak belgesel yazacaz bugün.(Bu arada kanallara ceza olarak belgesel gösterten tek ülke biziz heralde) (evet göstertmek).
Belgeselimizin konusu düğün kültürümüz.
Anadolu düğünleri 50 liralık bir orgla yüzlerce kişiyi eğlendirebildiğiniz, hala o cam kola ve gazozları nerden bulduklarını anlamadığım salonlar, düğün boyunca oynamayan amcaların sonunda ısrarlara dayanamayıp sahneye çıkıp da gerçekten orjinal figürler sonrası sahneden inmeyişleri, düğün gençlerinin gizli gizli içki içmeye çalışması ama her seferinde kameraya yakalanması vs. gibi gelenekleri barındıran kültürel aktivitelerdir. Tahminimce bir çok teori bu düğün ortamlarından çıkmıştır. Aklımdaki birkaçı:

Halayların çok uzaması ve iç içe geçmesi--> Sonsuzluk teorisi ve Venn Şemaları
Çocukların kümeler halinde pistte koşarken birbirlerine çarpmaları-->Nükleer fisyon
Pistte oynayanların tamamen farklı bir tarzdaki şarkı çalınca hiç değişmeden oynamaya devam etmeleri -->Süreklilik Hipotezi
Patlak hoparlörler sonucu oluşan ses -->Doppler etkisi
Salonlarda yukarda dönen retro-1970's-disco-ball --> Poincare Sanısı
Takı töreni sırasında kimin kimden çok taktığını kaynıyla konuşmak --> Oyun kuramı

Bu liste böyle uzayıp gider. Sadece düğünlerin dünya bilim tarihine katkılarını anlatmak istemiştim.
Bu arada evlenmeden önce "düğün ne ki ya, ben sevmiyom öğle davul zurna, bi yere gider bişeyler içer sonra da takılırız arkadaşlarla" diyen arkadaşlar; hiç kusura bakmayın,ne kadar anarşist,nihilist de olsanız, o düğünü seve seve yapacaksınız, gelinin amcalarıyla da karşılıklı çiftetelli oynayacaksınız kaçış yok.
Asıl culture-shock (pre-intermediate english aka derdimi anlatacak kadar) ise şarkıların tarzları ve sözlerinin tamamen absürd ve hatta zıt olması. Bunlar ilgili bir çok şarkı var fakat ben birini inceleyeceğim: Topal.
Topal oyunu Anadolu'nun genelinde oynanan fakat Ankara menşeili olduğunu tahmin ettiğim bir oyun türüdür. Sahnedeki topal taklidi yaparak oynar. (Genelde her ailede belli bir kişi vardır ve her düğünde aynı kişi oynar topal çaldığı zaman. Eğer siz de katıldığınız düğünlerde dikkat ederseniz hep aynı kişinin oynadığını gözlemleyebilirsiniz.) Asıl önemli nokta ise topal dünyanın ilk ve tek ampute şarkısıdır. Bu nasıl bir adet/gelenektir ki resmen engellilerle dalga geçiyor. Sözlerini inceleyelim:

Arabacı arabamı koş getir
Ben ölüyom mezarımı koş getir
Seni gidi topal
Seni hain topal
Seni zalim topal
Bu gece de burda kal


Bu nasıl bir ironidir.Bu nasıl bir oyun havasıdır. Bir insan nasıl bu sözlerle göbek atabilir. Şarkının başında da ölüm kavramıyla dalga geçmesi bunun tarihte yazılan ilk marjinal şarkı olması ihtimalini kuvvetlendiriyor. Son olarak bu oyunu bilmeyenler için aşağıya örneğini koyuyorum.Bak biliyosanız koymiyim: