3 Mart 2014 Pazartesi

Topkek Ekonomisi

    Ekonomiden hiç anlamıyorum. Memur bir ailenin çocuğu olarak esnaflık hakkında hiç bir bilgim yok, hatta tanıdığım insanların hepsi maaşlı çalışan insanlar. Esnaflık hakkında bildiğim tek şey ucuza alıp pahalıya satmak. İşinde ustalaştıkça daha ucuza alıp daha pahalıya satıyorsun, benim için esnaflık bundan ibaret.
    Ticaretten o kadar anlamıyorum ki, eskaza bir şirket falan kursam, kurulduktan yaklaşık 2,5 saat sonra batar. Saçma sapan şeyler yaparım; perakende alıp toptan satarım, satmayan ürünün fiyatını satmadıkça daha çok düşürürüm müşteriye borçlu çıkarım, müşteri pazarlıkta beni ikna ederse haklısın deyip istediği fiyattan satarım vb. Sonuç olarak bildiğim tek kurala ters düşüp pahalıya alıp ucuza satmış olurum. İlkokuldayken küçük bir dükkanda kısa süreli bir esnaflık deneyimi edindim, onda da zaten bir tek satış tecrübesi yaşayabildim; pazarlığa başlamak için  "Bu neden bu kadar pahalı?" diyen müşteriye cevabım 6 saniye süren bir sessizlik oldu. Neyse ki hemen patron yetişip durumu kurtarmıştı. Bazen hâlâ o ürünün neden o kadar pahalı olduğunu anlamaya çalışırım.
    Neyse konuya gelelim. İlk yediğim günden beri sıkı bir topkek tüketicisiyim. İlk zamanlar meyvelinin hastasıyken şimdi fındıklı kakaolu vazgeçilmezim oldu. Yemesem de evde topkek bulunması psikolojik olarak beni rahatlatıyor. Geçende markete girdiğimde normalde 50 kuruş olan topkekin 10'lusunun 3,5 lira olduğunu gördüm. İnanılmaz. Hemen gözümün önüne topkek fabrikasının camında yazan indirim afişleri geldi:" !ND!R!M, Patron Çıldırdı, Kapatıyoruz, DAMP!NG, Almayanı dövüyoruz, Koş hanım bitmeden yetiş, Param Olsa Da Ben Alsam, Battık, Ne alırsan 35 kuruş" vb. Aklım uçtu, 1 topkek nasıl 35 kuruş olur? Firmanın her zaman ucuza alıp pahalıya satması lazım mantığıyla hemen bir hesaba giriştim. Satış zincirinde sondan başa doğru gidersek: market 5 kuruş kâr koysa, 5 kuruş taşıma maliyeti, 5 kuruş paketleme maliyeti (kartonuydu, janjanıydı, kolisiydi), 5 kuruş kek, 5 kuruş gerçek fındık parçacıkları, 5 kuruş işçilik ücreti, 5 kuruş da pazarlama reklamcılık... E şimdiden 35 kuruş etti, daha vergi falan da saymadım, aklıma gelen ilk şeyleri söyledim, onları da bence az söyledim. Bana kalsa sırf paketi 25 kuruş eder; üzerinde canlı resimler, janjanlı kağıt içinde karton, 10'lu tek tek paketler falan bazuka gibi olmuş zaten paket. Hele meyveli topkeklere hiç girmiyorum, onu hiç aklım almıyor. Hayır bakıyorum içindekilere, bir topkekte yaklaşık 10 gram şeker var, hadi diyelim 2 liradan alsalar kilosunu, 2 kuruş ediyor, daha protein var yağ var... 150 kcal enerji var mesela, Allah bilir enerjinin kcal'ı kaç kuruş? Bu adamlar 35 kuruşa bana taa Güney Amerika'dan kakao, Karadeniz'den fındık, fabrikadan anne eli değmiş gibi kek getiriyorlar ve bunda da kâr ediyorlar. Sürümden kazanıyorlar falan demeyin, topkek'in tirajı kaç ki? Bütün hastalıkların çaresinin topkek olduğu bulunsa senede 1 milyon satar en fazla. Ki benim hesabıma göre ne kadar çok satarlarsa o kadar çok borçlu çıkıyorlar.
    Şimdi benim hesabıma göre sürekli borçlu çıkması gereken firma Türkiye'nin en büyük firmalarından biri olmuş. Ben şu sınırlı ekonomik zekamla nasıl şirket kurayim de bu adamlarla baş edeyim. İşim gereği bir teknoloji firması kursam ne diyecem insanlara? Topkek karşısında tutunamadık battık mı diyecem?
    Sonuç olarak topkek ekonomisi karşısında düşüncelerimi bir alıntı yaparak bitirmek istiyorum: "İnsan gerçekten hayret ediyor!"

6 Nisan 2013 Cumartesi

Normal ya da Anormal, işte bütün mesele bu...


  Çok eğlenildiği sanılan bir yılbaşı gecesiydi. Sabaha karşı Cihan yatağına yatmak için hazırlıklara başlamıştı. Onu rahat bir uykudan alıkoyacak hiçbir şey yoktu. Işığı kapattı, yatağa geçti, gözlerini kapadığında beliren şekilleri izlerken bir ses duydu;
- Cihan!!!
Gözlerini açtı, karşısında bir adam duruyordu.
- Sen kimsin, adımı nereden biliyorsun?
- Geçmişin hayaletiyim ben.
Cihan karşısında duran adama dikkatle baktı; açık renk kot pantolon iyice yukarı çekilmiş ve fazla delikli kahverengi bir kemerle sabitlenmişti. Üzerinde bol bir yün kazak ve büyük ince çerçeve gözlük vardı.
- Arkadaşım öyle 90'lar giyinmekle geçmişin hayaleti olunmuyor, adam gibi amacını söyle yoksa itfaiye çağıracam ha.
- Amacımı sen kendin anlayacaksın, şimdi seninle geçmişe bir yolculuk edeceğiz.

  Bir anda ortalık saydamlaşmaya başladı, her yer dönüyordu, Cihan gözlerini kapattı, kendine geldiğinde sıradan bir mahallede, çocuklar yolda top oynuyordu.9 kat Kames topla oynanan maç, her araba geçtiğinde bölünüyordu. Tahminen 5-6 yaşlarında esmer bir çocuk ise kaldırıma oturmuş salçalı ekmek yiyordu. Maç yapan çocuklardan en büyüğü ona doğru bağırdı.
- Lan, hişşşt çocuk. Kimse geçmiyor kaleye geç lan.
Esmer, elindeki ekmekten büyük bir ısırık aldı, kalanı öpüp 3 kere başına koyduktan sonra kale direği sayılan duvarın üstüne uzanarak bıraktı.
- Bir dakika, dedi Cihan, hatırlıyorum burayı, burası bizim eski ev.
- Evet etrafına bak bakalım, tanıdık başka şeyler de görecek misin?
Cihan etrafına baktı, niyeyse esmer çocuk dikkatini çekmişti. Esmer, duvarın üstüne koyduğu salçalı ekmekten pişman olmuş uzanıp tekrar almaya çalışırken gol yedi. Takımın en büyüğü sinirle esmer çocuğun üstüne yürüdü, diğerleri onu zor sakinleştirdi.
- Bu çocuk, bana bi yerden tanıdık geliyor.
- O sensin Cihan.
Kahramanımız dehşete düşmüştü, evet o kendisiydi. Bu maçı hatırlıyordu. Şimdi her şey yerine oturmuştu. İşte topu bahçesine kaçınca küfür eden nene, 3. katta oturan dünyadaki Kadir ismindeki tek teyze, sürekli pencereden bakan ikizler; evet her şey aynıydı.
- Beni neden buraya getirdin?
- Göreceksin Cihan sabret.

Ortalık gene saydamlaşmaya başladı, Cihan’ın yattığı odaya geri döndüler. Bu sefer farklı biri vardı odada, bu kişi tam bir apaçiydi. Yakası kalkık beyaz gömlek, yanları yapışık üstü dik saçlar, ayağında ise çakma bir adidas ayakkabı vardı.
- Ben bugünün hayaletiyim.
- Ya Allah'ını seversen, tamam sevimli hayalet Casper beklemiyorum ama bu mudur yani bugünün hayaleti.
- Bizim halk arasına karışmamız emredildi.
- Seni bu halde kabul edecek halkın Allah belasını versin. Hem ben bunu anladım. Bu Charles Dickens’ın 3 hayalet hikayesi değil mi. Senden sonra da geleceğin hayaleti gelecek, yalnız sökmez bunlar bize, bana Dadaloğlu’yla, Karacaoğlan’la, Dede Korkut’la gel…

  Cihan daha sözünü bitirmeden ortalık gene saydamlaşmaya başladı. Etraf eski haline gelince Cihan kendini yan odada buldu. Kendisi kanepede oturmuş, yarı uykulu vaziyette komik video izliyordu. Cihan, kanepede video izleyen Cihan'a baktı:
- E bu sabahki halim bu benim. Beni getire getire bu sabahki yan odaya mı getirdi.
- Şu anda tam 7 saattir komik video izliyorsun Cihan.
Cihan bilgisayarın ekranına baktı.
- Ehe bu komikmiş ama, motor yukarda kaldı adam aşağı düştü, izlesene şunu bi, bak bak kaçıracan ehe.
- Cihan bana odaklan. Yetmedi mi komik video izlediğin, internette dolaşan komik videolardan ilk senin haberin oluyor. Dünyadaki tüm komik videoların ortalama olarak %70'ini biliyorsun. Artık gülmek için değil, bir film eleştirmeni edasıyla izliyorsun komik videoları, sence de bu biraz fazla değil mi. Sen her komik video izlediğinde bir melek dünyaya düşüyor, bir papatya ölüyor, bir yetim ağlıyor.
- Sende amma abarttın ha. Tamam biraz boşa zaman geçiyor ama komik video bir yaşam tarzıdır. İnsanın hayat damarlarından biridir, sohbet başlatandır, komik video olmazsa ben neylerim, ne konuşurum, ne yer ne içerim, naçar kalırım alimallah.
- Peki Cihan, boşa giden zamanını gelecek sana daha iyi gösterecektir.

  Ortalık tekrar saydamlaşmaya başladı. Cihan artık alışmıştı bu zaman yolculuklarına, “kaç yakıyo bu” diyecek konuma gelmişti. Tekrar odasına döndüklerinde odasında kaynak gözlüğüne benzeyen büyük güneş gözlüklü ve gri renkte birisi duruyordu.
- Hah tam beklediğim gelecek hayaleti. Klişe babam klişe. Tak güneş gözlüğünü, sar alüminyum folyoyu, al sana gelecek.
- Güneş gözlüğü değil bu kaynak gözlüğü.
- Niye?
- Moda oldu gelecekte. Şimdiden al sakla, ilerde ortam yaparsın. Ayrıca da alüminyum folyo giymiyorum çıplağım ben. Adaptasyon sonucu insanlar artık gri renkli.
- La git üstüne başına bişey giy, biri gelecek şimdi adımız dedelere çıkacak.
- Cinsel devrim oldu gelecekte, herkes çıplak geziyor, ayrıca artık kızlar teklif ediyor, bi de batının ahlaksızlığını aldık. Neyse nasıl olsa göreceksin, artık gidip senin geleceğine bakalım.
- Bakalım anasını satim, yalama oldu zaten…

  Cihan gene sözünü bitirmeden ortalık saydamlaşmaya başladı. "Aslında bunun ticaretini yapacaksın var ya, kemiksiz para" diye düşündü kahramanımız.
Etraf netleştiğinde hastanedelerdi. Yakışıklı bir doktor, yatan yaşlı bir amcanın başında duruyordu. Cihan sevinçle bağırdı:
- İşte bu be, doktor olmuşum. Ya ben biliyordum ya, hep aklımda vardı, bir gün mühendisliği bırakıp ya doktor olacaktım ya da bebe giyim mağazası açacaktım zaten.
Doktor yaşlı amcanın kulağına eğildi. İyice bağırarak:
- Cihan amca bugün nasılsın, bişeyin yok ya?
Kahramanımız büyük bir hayal kırıklığına uğramıştı. Bir anda “Doktor Cihan Bey”likten, “bişeyin yok ya Cihan amca”ya düşmüştü. "Bişeyin yok ya Cihan amca" cevap verdi:
- Valla midemde bi ekşime var, hemşirelere söylüyorum şu yeşil haplardan versinler iyi geliyor diye, doktor demeden veremeyiz diyorlar, evladım söyle şunlara de bana o yeşil haplardan versinler.
Doktor hemşirenin kulağına eğilerek yavaşça, “istediği kadar verin, aspirin zaten” dedi. "Bişeyin yok ya Cihan amca" hazine bulmuş korsan edasıyla tekrar konuşmaya başladı:
- Bi de sol omzumdan bir ağrı böyle aşağıya doğru belimdeeeen topuğuma kadar iniyor. Buna bir çare bulamadılar, kimse gitsem amca bir şeyin yok diyor, yav ağrıyı çeken benim benden iyi mi bilecekler?
Doktor şöyle bir yokladıktan sonra bağırarak:
- İyisin iyisin maşallahın var, eski topraksın sen sana bişey olmaz, hepimizi gömersin sen
Deyip arkasını dönerek uzaklaştı.

  Etraf tekrar saydamlaşmaya başladı, tekrar günümüze Cihan'ın yattığı odaya döndüler. Bu sefer 3 hayalette karşısında duruyordu. Cihan söze başladı:
- E ben şimdi bişey anlamadım, her şey gayet normal, hikayede yılbaşında 3 hayalet beni gezdirecek, ben de ne kadar kötü bi insan olduğumu anlayıp değişecektim. Ben gayet normal ,sıradan bir insanmışım.
3’ü birden cevap verdi:
- Asıl sorun da burda başlıyor zaten. Seni seçtik çünkü sen dünyanın en normal insanısın.
Cihan şok olmuştu:
- Ama nasıl olur?
- Dünyadaki bütün insanların ortalamasını alınca sen çıkıyorsun. Hatta o kadar normalsin ki, Platon’un idealar evrenindeki insan ideası sensin.
- Hayır, olamaz, hem… Nasıl olur?..İdealar evreni gerçek değil ki…
- Nereden biliyorsun?
3’ü birden gülmeye başladı. Kahkahaları odada yankılanıyordu, Cihan elleriyle kulaklarını kapadı."Susun, susun, susuuuuuuuu..." diye bağırarak bir anda kan ter içinde uyandı. Kendine gelince düşünmeye başladı:
- Normal olmayacam ben, yarından itibaren saçı uzatıp rasta yapıyorum, günü gününe de çalışacam, hep hayalini kurduğum bebe giyim mağazasını açacam, bi de Santur çalmayı öğrendim mi tamamdır, benden anormali yok, hemen kalkıp Santur çalışayim. Ya da dur yarın Pazartesi, yarın başlarım. Bugün erken yatarım, yarın sabah erken kalkar başlarım. Ama adam da ne biçim aşağı düştü motordan ha, ehehe…


16 Kasım 2012 Cuma

Esnaflarla konuşamayanlardanım

  Herkese merhabalar. Bugünkü konumuz esnaflarla iletişimde yaşanan zorluklar, daha doğrusu benim yaşadığım zorluklar.
  Öncelikle bu yazıyı yazmama sebep olan bilinçaltımın Allah belasını versin. Bu yazıyı yazma sebebim dün gece gördüğüm rüyadır. Rüyamda; bir yerde tek başıma oturup 1-2 bir şey içtikten sonra hesabı ödemeye kalkıyorum. Fakat hesabı alacak arkadaş çok hızlı konuştuğu için ne dediğini anlamıyorum. İşin garibi ben "r"leri söyleyemediğim için o da benim ne dediğimi anlamıyor. Böyle karşılıklı anlaşamazken rüyadan gülerek uyandım. Böyle saçma rüya mı olur ya? Sen benim kendi kafamda yarattığım birisin nasıl beni anlamazsın ya. Bir de rüyanın konusuna bak: "yok". Tek başıma içip hesabı ödüyorum. Böyle düz rüya mı olur? Rüyada; gerçek hayatta yaşayamadığın bilumum atraksiyonu yaşarsın, dinozorlar kovalar, uzaylılar kaçırır, ışın kılıcıyla şişe açarsın falan. Benim rüyama bak: tek başıma bir şey içip hesabı ödemeye gidiyorum, onu da beceremiyoruz ben ve bilinçaltım beraber. Ben de sanırdım ki benim hayal gücüm geniş, meğerse benim bilinçaltım bomboşmuş, memur zihniyetinde bir yapıymış. Benim bilinçaltım emekli devlet su işleri veznedarı gibiymiş. Benim bundan çıkardığım tek sonuç, esnaflarla iletişim kuramadığım gerçeği.
  Efendim, esnaflarla iletişim bir sanattır, kendi jargonu ve sistematiği vardır. Esnaflarla iletişiminiz iyi olursa sağlayacağı faydanın haddi hesabı yoktur. Hemen bir örnekle konuya açıklık getirelim. Bakkala girip 250 gram antep fıstığı, 2 tane de gofret aldım. Parayı verdim üstünü aldım, her halinden kararsızlık anlaşılan tiz bir sesle "kolay gelsin" deyip çıkarken içeri birisi girdi. O da benim gibi sıradan bir müşteriydi. Şimdi onun alışverişine bakalım:
-- Baba kolay gelsin işler nasıl?
-- Nolsun be gülüm kendi yağımızda kavruluyoruz. Ne verim sana?
-- Antep fıstığın varsa 250 gram tart da midemiz şenlensin be.
-- Antep fıstığım eski sana gelmez, ben sana yer fıstığı verim yeni geldi.
-- Eyvallah, usta sensin nasıl dersen. 2 tane de gofret sar da ellerinden öper çocuklara götürim.
  Elimdeki bayat antep fıstığına baktım, adama baktım. Aman tanrım, adam iletişimde bir ustaydı. Bu tekniği geliştirmesi acaba kaç yılını almıştı? Adeta esnafla konuşmuyor, büyülü sözler ağzından dökülüp gidiyordu. Benim yaptığım alışverişle adamınki aynıydı ama gören adam dükkânı devren kiralıyor sanırdı. Bunun sayesinde adam hem bakkalla ilişkisini güçlendirmiş, ileriki alışverişler için güven tazelemiş, hem de yepisyeni fıstığa konmuştu. Bense bakkalın hayatından geçip giden binlerce sıradan müşteriden biriydim. Adam esnafla iletişimin Messi'siydi. O bakkaldaki 2 dakikalık alışverişte en az 3 gol atmıştı. Adama dönüp al beni yanına eğit, senin müridin olmak istiyorum dememek için kendimi zor tuttum.
  Tamam, adam iyiydi ama rüyamın da bana belirttiği gibi mesele adamın iyi olması değil benim çok kötü olmam. Başka bir örnekle benim içinde bulunduğum durumu açıklayalım. Bir arkadaşımın tavsiyesiyle rezene çayını denemeye karar verdim. Bakkal market karışımı bir şeye girdim ( hani şu dışarıdan bakkal olabilecek kadar küçük görünen ama içerde market sisteminde, çalışan 2 kişinin de birbirlerine bey son ekiyle hitap ettiği kurumsallaşmış bakkallar). Çayları elime alıp incelerken rezene çayını bulamadım. Kasiyere gidip sorsam rüyamdaki gibi bir çelişkiye düşeceğiz, "rezene" gibi “r” ile başlayan zor bir kelimeyi ben telaffuz edemeyeceğimden o benim ne söylediğimi anlamayacak, bana Ezine peyniri vermeye kalkacak falan bir sürü tatsızlık çıkacak. İyisi mi ben eve gidim, zaten hevesim kaçtı, olmadı rezenenin eş anlamlısını bulur onu sorarım falan diye düşünerek marketten çıkıp eve gidiyordum. Yolda elimde bir ağırlık hissettim. O dalgınlıkla baktığım çaylardan birini yerine koymayı unutmuş, elimi kolumu sallaya sallaya çayla birlikte marketten çıkmıştım. Biraz daha geç kalsam dünyanın en rahat hırsızlık vakası olabilirdi. Adam beni polise şikayet etse yolda beni alıp götürseler %100 haklılar. Düşünsene hapse giriyorum bir poşet çay yüzünden:
-- Allah kurtarsın, neyden düştün?
-- Poşet çay.
(Kısa süreli sessizlik)
-- Kaçakçılık mı?
-- ... gibi bir şey, fazla konuşamam çok kişinin başı yanar.
Koşarak geri döndüm. Girişte kasiyer, ben ve çay göz göze geldik:
-- Ya pardon dalgınlıkla bunu yerine koymayı unutmuşum. ehe mehe
-- Haha ben gördüm zaten seni çıkarken nasıl olsa geri gelirsin diye bir şey demedim 
deyip kahkaha attı. Adamdaki rahatlığa bak, çayı alıp götüren benim bu kadar rahat değilim. Sırtından ceketini alsalar "oh bi serinlik oldu" diyecek. Bir esnafla iletişimim ( iletişemeyişim ) daha felaketle sonuçlanmıştı.
Sonuç olarak, esnafla iletişim ülkemizdeki o yakınlığın ve sıcaklığın korunması açısından çok önemlidir. Bana da bu konuda ders vermek, terapi yapmak falan isteyen olursa çok sevinirim. Esen kalın…

22 Eylül 2012 Cumartesi

Muavin

    Yine Adana'ya özgü bir yazıyla karşınızdayız. Yazımızın konusu muavinler. Muavin hepinizin bildiği gibi otobüslerde şoföre yardımcı olmak için çalışan kişilerdir. Diğer şehirlerin aksine ( başka bir şehirde bu uygulama var mı bilmiyorum) Adana'da şehir içi normal otobüslerde de muavinler bulunur ve bu arkadaşlar İstanbul , Ankara vb. şehirlerdekinin aksine hiç oturmazlar. Ayakta sırayla yolcuları gezip para toplarlar, otobüse inip binmede yardımcı olurlar, otobüs durduğunda aşağıya inip otobüsün geçtiği yerleri bağırıp yolcu çekmeye çalışırlar, yolcuların sorularını cevaplarlar ( şuradan geçer mi, nereden sağa döneceksiniz, neden muavinlik, Diyalektik materyalizm hangi yönleriyle Hegelci materyalizmden farklıdır vb. sorular ).

    Bu arkadaşlar sürekli olarak otobüsün içinde ayakta oldukları için dengede durma konusunda müthiş bir yetenek geliştirmişlerdir. Hiç abartmıyorum, kendi gözlerimle gördüm, otobüs yokuş aşağı hızlanarak giderken damacanadan 0,5'lik pet şişeye su dolduranlar var. Ya da bazen gerçekten dik yokuşlarda cama yapışmış sinek gibi hiç bir yere tutunmadan 45 derecelik açıyla seyahat eden muavinler görebilirsiniz. Ayrıca otobüs durmadan inme ve binme yeteneğine sahipler. Her yolcu "aha muavin arkada kaldı" diye düşünürken bir anda arka kapıda bitebilirler. Bir kere benim de zorunluluktan böyle bir denemem olmuştu. İneceğim durak belediye tarafından kaldırılmış ve diğer durak çok uzun mesafedeydi, muavin otobüsün durmasının yasak olduğunu ama kenarda yavaşlayacağını benim de düşmemem için atlayıp bir süre otobüsle aynı istikamette koşmam gerektiğini söyledi. Tabi ki o sırada başka birşey düşünen ben atladıktan sonra otobüsle ters istikamette koşmaya çalışmış fakat Newton'un 1. hareket yasası gereği vücudum ayaklarımla ters yönde gidince tam bir Fizik dersi deneyi gibi yere yapışmıştım. Tabi sonra Newton'un annesini düşünüp, içimden "ey anam naçar anam, ne güzel evlat yetiştirmişsin, kim bilir ne zorluklarla okuttun, mektebe gönderdin, yüksek okullu yaptın, eli öpülecek kadınsın vesselam" demiştim

    Bazen hiç ummadığınız cevaplar da alabilirsiniz. Bir keresinde bir muavine "hangi otobüs Süleyman Demirel Bulvarı'ndan geçer? " diye sorduğumda "üzerinde Süleyman Demirel Bulvarı yazan" cevabını almıştım. Uzun bir süre "kesin çok derin bir şey ima etti ama ben anlamadım, yozlaşmış toplum ve insanlara yapıştırılan etiketleri kastetmiş olabilir" diye düşünmüştüm.

    Ayrıca çoğu Adana'lı çocuk ilk travmasını muavinler sayesinde yaşar. Otobüslerin genelde acelesi olduğundan muavinler merdivenlerde zorlanan çocukları kaldırarak yukarı çekmekte veya aşağıya atmaktadırlar. Daha önce annesi dışında kimseye emanet edilmeyen çocuklar bizzat anneleri tarafından muavine verilerek merdivenlerden yukarı çekilmekte veya muavinin kucağında merdivenden zıplayarak aşağıya indirilmektedir. Ha bi de "Ablacım çocuğu kucağımıza alalım" sözü vardır ki toplumda çocuğun bir birey olarak görülmesi yönündeki bütün tezleri çürütmüştür. Bir de "çocukları dans pistinden çekelim var", İspanya'da çocuklar flamenko yapıyor onları da mı çekecen? Neyse konuyu dağıtmayalım.

    Sonuç olarak muavinlere saygımız sonsuz, umarız yeni gelen kartlı sistem tarzı şeylerle bu meslek grubu ölmez. Muavinin ve muavincinin dostu beyinbedava'dan şimdilik bu kadar. Esen kalın...

21 Mart 2012 Çarşamba

Bırak dağınık kalsın...

 Kapıdan girdiğinde burnuna gelen işporta parfüm kokusu kendine getirmişti. Zaten çok uzun olmayan saçlarını direktifler sonucunda "düzelttirmesi" gerekiyordu, onun için gelmişti buraya. Ertesi gün bayramdı, ve bayramlarda annesinin aldığı kıyafetlerle, babasının istediği saç kesimiyle, senede bir kez gördüğü akrabalarının ellerini öperdi. Onun için bayram bu demekti. Nerede o eski bayramlar diyemiyordu o yüzden. 18 yaşını aşalı baya olmuştu, ama hala 18 yaşından büyüklerin yaşamasına izin verildiği gibi yaşayamıyordu. İçeride beklemek için oturduğu sandalyede önündeki postayı yada muhtemelen birkaç sene önce buraya getirilmiş bir dergi arasında seçim yapmak zorundaydı. Tabi ki traş olanları izleyebilirdi, fakat göz göze gelme ihtimalini düşündükçe bile ürperiyordu.

             Postaya elini atarken birden kendisini çağıran çırağın sesini duydu. 12 yıldır saç modeli hatta saç uzunluğu bile değişmeyen Akif abinin yerine oturdu. Çırak önlüğü takarken sordu " Her zamankinden mi?". O an düşündü birazdan vereceği cevap, sisteme karşı yegane galibiyeti olabilirdi. Aynadan bekleyen gözlerini gördüğü çırağa "Hayır, ondan istiyorum" diyerek biraz önce uzandığı postanın arka sayfasındaki mohawk saçlı şarkıcıyı gösterdi. Çırağın kafa mı buluyor benimle bakışları arasında "Evet abi bundan istiyorum" dedi. Çırağın son bir kez daha sorması fayda etmedi kararlıydı. Çırak peki deyip, makinayı kafaya indirdi.
         
            Etraftaki bakışlar saç şekillendikçe ona dönüyordu. Aklına bu kararından sonra yapmayı istediği şeyler geldikçe mutlu oluyordu, içi ilk defa özgürlük duygusuyla bu kadar doluydu. Saçın nasıl görüneceği umurunda bile değildi. Küpe taktırıp dövme yaptıracaktı, hatta yaptıracağı dövmeye bile karar vermişti. Aynaya bakıyordu fakat kendini görmüyordu, düşüncelere o kadar dalmıştı ki sadece traş makinasının sesini farkedebiliyordu. O sırada çırağın çağırmasıyla kendine geldi, dalmıştı. Koltuğa oturduğunda tekrar cesaretini topladı ve "Bırak dağınık kalsın" dedi ve gülümsemeyle yerinden kalktı. Özgürlüğü daha önce hiç bu denli tatmamıştı...

11 Şubat 2012 Cumartesi

Blogun dünü, bugünü, yarını, öbür günü.

Giriş
Yasin ve Cihan'ın yine çok sıkıldığı bir geceydi. Olanca saçmalığıyla yürütülen chat'te bu sıkılmayı nasıl geçireceklerini düşünüyorlardı.
--Blog açalım
dedi Cihan.
--Blog mu, blog ne arar la bazarda
diye cevapladı Yasin.
--Evet blog. Blog açalım, ara sıra yazacak bir yerimiz olur.Kimse de okumaz. Nasıl fikir?
--10 numara
--İyi yani?
-- Tabi ya, yazarız, gerekeni yaparız. Niye hamallık yapalım, beyin bedava.

Gelişme
Blog dünyasına hızlı bir giriş yapan maceraperestlerimiz, günde 2 yazıya kadar çıkıyordu bazen. Blogun aylık tirajı 4'tü. Hiç kimsenin okumadığı bir blog yazıyor, kendilerini Kaybedenler Kulübü gibi hissediyor, bandana takıp Harley Davidson'a biniyorlardı. Halbuki Ayna grubunun solist ikilisi gibiydiler. Hatta Cihan bir ara saçı kazıtıp güneş gözlüğüyle yazmayı düşündü.
--Google'dan reklam alabiliyormuşuz lan
dedi Yasin.
--Olmaz, bizim prensiplerimize aykırı. Zaten kimse okumuyor olum ne kazanacaz.
--Evet, biz bu işi para için yapmıyoruz, sadece kendi eğlencemiz için yapıyoruz.
--Aynen öyle.Bu blog bizi temsil ediyor, parayla işimiz yok.
--...
--...
--20 lira verseler satarım lan blogu.
--10'a razıyım hacı.

Sonuç
--2 tantuni 1'i soğansız
dedi Cihan. Beyaz, 2 kişilik masaya oturdular. Komik videolardan, geçilmeyen derslerden konuştular. Cihan söyleyeceğini bir türlü söyleyemiyordu. Tantuniler geldi, yemeye başladılar. Dükkanın köşesindeki 37 ekran televizyonda açılmış Kral TV'nin sesinden başka ses yoktu ortamda.
--Twitter açtım
dedi Cihan. Bu söz ortamda bir sessiz çığlık etkisi yarattı. Yasin bişe demedi. Gözlerini kaçırıyordu. Biberi tantuninin içine yerleştirip bir ısırık aldı. Bu süre Cihan'a 1 yıl gibi gelmişti; bağırsın, çağırsın, küfretsin ama susmasın istiyordu.
--Artık bloga da yazmazsın
Cihan ayranından bir yudum aldı
--Aynı şey değil, beni anlamıyorsun
Gözlerini kaçırıyordu hala Yasin, tantuni tabağında gelen peçeteyle gözlerini sildi
--Tantuni'deki soğan gözlerimi yaktı
--Benimki soğansız, bir dene istersen
Yasin büyük bir ısırık aldı. İçinden "oha dene dedik, geri kalanı ye demedik" dedi Cihan.
--Açsan bi tane daha söyleyelim, buranın eti de iyidir
--Yok ya kalkalım, doydum zaten
Eve kadar konuşmadan yürüdüler. Uzun bir süre bloga girmediler ve bir daha hiç bir zaman eski, güzel günlerine dönemedi blog.

8 Ağustos 2011 Pazartesi

Facebook: Bir sosyal delilik projesi


Sosyal ağlardan olabildiğince uzak kalmaya çalışırken, Erasmus nedeniyle açmış olduğum facebook hesabım ile birlikte ağ içinde kaldım. Bir mühendis gözüyle baktığımda, evet iyi programlanmış bir site (yeri gelmişken; Mark Zuckerberg'in açıklamasına göre Social Network filminin gerçekle hiçbir alakası yok. Facebook'u sadece aklına güzel bir fikir geldiği için kurduğunu ve bu olayların hiçbirinin yaşanmadığını söyledi. Dahi programcıları asosyal "nerd"ler olarak göstermekten vazgeçin artık. Ucu bize de dokunacak.) Ama siteyi absürd yapan şey insanların onu kullanışları. İşte gözüme çarpan birkaç şey:

-- Siteye kaydolmamla beraber gözüme çarpan çeviri yetersizlikleri. "... has commented on your Duvar yazı". Bırak canım Wall kalsın o, cümledeki present perfect tense'i anlayan onu da anlar zaten.

-- Kayıttan sonra sıra kişisel bilgileri düzenlemeye geldi. Doğal olarak memleketimi Adana yaptım, fakat o da ne;
"Cihan Memleketini Adana olarak değiştirdi, 7 kişi bunu beğendi."
Anaaaa. La neyi beğeniyosunuz? Memleketim Adana olduğu için Adana yaptım niye beğeniyosunuz? Ben 22 yıldır Adanalıyım bir kişi de beni bu yüzden beğenmedi. Ha beğenmenizin amacı "valla çocuğa helal olsun utanmadan Adanalıyım diyor" ise o zaman durum farklı, ama o zaman daha absürd oluyor insan memleketinden niye utansın hele hele de şalgam varsa.
"Cihan yaşadığı şehri Eskişehir olarak değiştirdi, 12 kişi bunu beğendi."
Eskişehir'de yolda yürürken kimse alkışlamadı beni.

-- Facebook'da insanlarla konuşurken söyledikleri "ooo chat'i de kullanmaya başlamışız, öğrendik hemen :D " sözü de ayrı bir ilginçlik.Arkadaşım ben elektrik elektronik mühendisliği son sınıf öğrencisiyim. Mikroişlemci programlayarak kablosuz iletişim yapabiliyorum. Dandik bir chat'i mi kullanamıyacam.

-- Bir de kendi paylaştığı şeyi sadece kendisi beğenenler var ki absürdlüğün üst sınırı. E beğenmesen zaten paylaşmazdın. Maaş mı alıyon da Serdar Ortaç şarkısı paylaşıp beğeniyosun kendini? Özgüvende son nokta. Sen Allah bilir paylaştıktan sonra bir de alkışlıyorsundur. Bu aslında atalarımızdan kalan, altın gününde kendi yaptığı böreği sadece kendisi beğenip diğerlerine övme geleneğine dayanıyor.

-- Şu ilkokul arkadaşlarını bulma meselesi var. Ne yapacan ilkokul arkadaşınla? O ilkokulda kalmış, ilkokul anılarından başka konuşacak neyin var? Önlük fiyatlarından mı bahsedecen?

-- Gerçek hayatta gayet ciddi olup veya en fazla hafif gülümseme gösterenlerin facebook'da "ehuheuheuhdadn aosdjnaşoıjsdanşsodıjaş sd" diye gülmeleri de var.

-- Dürtme var ki girmiyorum bile.

-- Hele hele facebook pozları var ki başlı başına bir yazı konusu. Boynunu büküp kendi kendini çekme, dudağı ördek yapma falan. Özellikle profil fotoları bir kızın olabilecek en güzel, bir erkeğin ise olabilecek en yakışıklı halidir. Ama genelde olamazlar.

Son olarak arkadaşlarımdan kişisel ricam lütfen pop müzik paylaşmayın, ya da beni çıkarın paylaşırken. Sabah mutlu bir şekilde uyandıktan sonra anasayfamın Serdar Ortaç'la, Demet Akalın'la, Soner Sarıkabadayı'yla dolmuş olması tüm günümü mahfedebiliyor. Pop müzikten nefret ediyorum ama nereye gitsem beni buluyor.
Daha nice absürdlüklere şahit oldum ama şimdilik bu kadar yeter yoksa insanlar beni dışlayacaklar. Bir dahaki yazımızda görüşmek üzere. Saygılarımla efendim.

26 Mayıs 2011 Perşembe

Doğmuş Bebekten Notlar...


Aradan 3 yıl geçti ama her şey gün ışığı gibi net kafamın içinde. Her şey beyazlar içinde birinin bana vurmasıyla başladı. O zamana kadar nerede olduğumu hatırlamıyordum. Ama çok iyi biliyordum ki önceki halimden memnundum. Gözlerimi yavaş yavaş araladığımda acıdan bağırdığımı bir adamında bunları kameraya alışını çok iyi hatırlıyorum. İşte o anda kafamda bazı şeyler oluşmaya başlamıştı ama hala tam bir anlam çıkaramıyordum. Konuştukları şeyleri anlamıyordum ama herkes bana bakıp gülümsüyordu. 9 ay 16 günlük saltanatım sona ermişti ama sanırım buna alışabilirim diye düşündüm. Beni bekleyen zorlukların farkına varmak için çok küçüktüm(teknik olarak 2. dakika oynanıyordu). Takip eden yıllarda şahit olduğum şeyler sizi dehşete düşürebilir, o yüzden okurken demedi demeyin. Ev dedikleri yere geldiğimizin 3. günü kısa saçlı olan (sonradan bir yarış içerisine girerek bana tekrarlattıkları kelimelerden öğrenebildiğim kadarıyla "baba") benim için blog açtığından söz etti.
İşkence günleri başlamıştı. Her gün yüzlerce fotoğrafımı çekiyorlardı. Beni zorla güldürüyor, ağlatıyorlardı. Çok korkuyordum. Beni zorla yürütme işkenceleri tam 2 ay sürdü. Bıraksalar kendi başıma 1 ayda öğrenirdim. Yürüme anlarım onlar için karnaval havasında geçiyordu. Yürümeyi öğrendikten sonra işler dahada zorlaşmaya başladı. Uzun saçlı olan beni aç kuş sürülerinin içine koşmaya zorluyor adeta tehdit ediyordu. Direniyordum ama boşunaydı. sonunda korku içinde koştum ve o da benim fotoğraflarımı çekti. Memnun görünüyordu. aynı gün içinde tatmadığım kadar işkence tatmıştım. Zorla park aletlerine bindirilmeler, başka çocuklarla elele tutuşturmalar... Hatırladıkça kusacak gibi oluyorum. Hele kendilerini özgün sıfatlarla betimlettirme istekleri tam 2 yıl sürdü. Bana doğru eğilip "hadi anne de yavrum" "babba babba" deyişleri hala kulağımda çınlıyor. Eğer küfür etmeyi öğrenmiş olsam si....n gidin başımdan demeyi çok isterdim ama yalnızca korku dolu gözlerle beni kameraya alışlarını izliyordum. En sonunda korkudan ağzımdan yalnızca "abba" gibi saçma bir şeyler çıkmıştı. Kendi aralarında anlaşmazlığa düşmüşlerdi. Dikkaleri dağıldı rahatladım derken bana dönmeleri uzun sürmedi. 3 yıl boyunca rahat bir uyku uyuyamadım rüyalarımda hep onları görüyor geceleri ağlayarak uyanıyordum. Annem ise sebepsiz yere altıma yaptığımı zannediyordu. Böylece geçti 3 yıllık korku imparatorluğum. Bunları yazma sebebim ise ileride bunları hatırlamıcak olmam ve onlara hiçbir intikam duygusu beslemicek olmam. Gelecekteki ben sana sesleniyorum "Onlar bu dünyadaki en büyük düşmanların. Arkanı kolla! Çünkü onlar kendilerini özel hissetme açlıklarını senin varlığınla doyuran canavarlar". Şimdilik bu kadar şimdi annem eve geldi babamın içkilerini yerine koymalıyım.

11 Mayıs 2011 Çarşamba

Kızlarla alışveriş rehberi

Evet arkadaşlar, bu yazımızda kız arkadaşlarla veya kız arkadaşınızla (sevgili manasında) alışverişe giderseniz neler yapmanız neler yapmamanız gerektiği hakkında konuşacağız. Öncelikle kız iseniz veya alışveriş yapmaktan, mağaza gezmekten, vücudunuzdan kıvılcım çıkana kadar elbise denemekten hoşlanıyorsanız ekranınızın sağ üst köşesindeki kırmızı renkli çarpıya tıklamak suretiyle zaman kazanabilirsiniz.

Giyim mağazalarında erkeğin 3 görevi vardır:

1.si çanta taşımak: Marketlerdeki market arabaları giyim mağazalarında olmadığından dolayı, doğal seleksiyon onun yerini başka bir şeyle doldurmuştur.

Çözüm: Eğer çantayı emanet edebileceğiniz bir yer varsa çaktırmadan edin. Farkederlerse kıyamet kopabilir. Kızlarla çantaları arasında sizin asla anlayamayacağınız bir ilişki vardır. İçinde hiçbir zaman ne aradıklarını bulamasalar da, bavul gibi çanta varken ellerinde su şişeleri, defterler, poşetler gezseler de kesinlikle yanlarından ayırmazlar. Ayrıca bakmıyorlarken çantayı yere koymak veya bir yere asmak da geçici çözümler arasındadır.

2.si sıkılmak: Özellikle kız arkadaşınız siz sıkıldıkça alışverişi uzatacaktır. Dakikalarca, hatta saatlerce sürebilir. Arkeologlar elinde çantayla beklerken açlıktan ölen insan kalıntıları bulmuşlardır. Nasıl ki asansörden korkan biri varken asansörde zıplamak zevkliyse, kızlar için de siz sıkıldıkça uzatmak daha zevkli gelecektir. Sakın eğleniyormuş gibi yapmayın. Bunu hemen anlarlar ve sinirlenip günü size zehir edebilirler. Bir erkek olarak göreviniz sıkılmak ve söylenmektir.

Çözüm: Eğer dışarıda bekleme izni alabiliyorsanız sakın bu fırsatı tepmeyin; ama bu sadece teoride kalmış bir ihtimaldir. Mekana girdiğinizde ilk iş oturacak bir yer arayın. Eğer varsa tebrikler, şanslı %1’lik kısıma girdiniz (Unutmayın ki mağazalar kızlarla anlaşmalı çalışır, işkenceyi artırmak için asla oturacak bir yer koymazlar). Yapabiliyorsanız cep telefonunuzla oyun oynayın, internete girin veya arkadaşlarla mesajlaşın. Eğer yanınızda varsa bir şeyler okuyabilirsiniz. Söylentilere göre Dostoyevski Suç ve Ceza’nın 3. cildini kız arkadaşı alışveriş yaparken yazmıştır. Ama bunları size bakmıyorken yapın, işkenceyi azaltmanız onları kızdıracaktır. Son ihtimal ise mağazada gezmek, çalan tekno müzikle dans etmek, aynalara bakmak veya etraftaki saçma elbiselerle dalga geçmektir. Burası sizin hayalgücünüze kalmış.

3.sü fikir beyan etmek: Kızlar her ne kadar sizin fikrinizi sormak için sizi çağırdığını söylese de bu işin mazeretidir. Aslında onlar sadece diğer kızların fikirlerini dikkate alırlar. Hele benim gibi estetik, giyim ve moda anlayışınız sıfırsa hiç şansınız yok. Fikir beyan etmek zor iştir. Çünkü sürekli ters bir tepki alabilirsiniz.

Çözüm: Fikir beyan etmede 3 durumumuz var.

Durum 1: Kız arkadaş elbiseyi beğenmediyse; yapmanız gereken onun fikrine katılıp elbisenin ona gitmediğini, renginin kötü olduğunu, kesiminin ters olduğunu vb. söylemek. Sakın onun kendisi hakkında yorum yapmayın. Elbisenin ona dar/bol geldiğini, boyunun kısa/uzun olduğunu söylemek sizin sonunuz olabilir. Suç hep elbisededir. (Bir de “bu elbisenin yeri kötü” diye bir şey var. Söyleyince hemen kabul edip konu kapanır. Ne olduğunu hala bilmiyorum ama şifre gibi bir şey heralde.)

Durum 2: Kız arkadaş elbiseyi çok beğendiyse; yapmanız gereken çok basittir. Onun söylediği cümleyi aynen tekrar ederek onay vermek. Formülümüz “Evet + aynı cümle”. Örnek dialog:

-Ay bu bana çok yakıştıııııııı
-Evet bu sana çok yakıştı
-İçinde çok güzel oldum
-Evet içinde çok güzel oldun
-Ben bu elbiseyi almalıyım
-Bencede bu elbiseyi almalısın (“Bencede” opsiyonel! Yaratıcılığınızı kullanabilirsiniz)


Durum 3: Kız arkadaş kararsızsa; işte en zor durum. Burada yapmanız gereken onu iyi yönde desteklemektir. Eğer kötü yönde kararsızsa çok kısa cevaplarla yakıştığını söylemelisiniz. Eğer iyi yönde kararsızsa onu abartılı cümlelerle desteklemelisiniz. Unutmayın ki kızlar asla aldıkları elbiseden pişman olmazlar, bir kere giymeseler bile. Ama eğer sizin yüzünüzden bir elbiseyi kaçırırlarsa sizi zor günler bekliyor demektir. Örnek dialog:

-Ne bilim pek iyi durmadı gibi
-Bence fena değil
-Rengi de kötü
-Çantanla güzel durdu gibi
-Ne dersin alsam mı?
-Mutlaka al, hem zaten tek bu bedeni kalmış, sezon sonu gelmiş bir daha bu modelden çıkarmazlar, kaçırma derim ben



Bir rehberimizin daha sonuna geldik. Bu rehber sayesinde artık siz de yarınki alışverişte ne yapacağınızı düşünmeden gönül rahatlığıyla uyuabilirsiniz.

9 Mayıs 2011 Pazartesi

Ertelemek


Ertelemek sözlük anlamı olarak kendine yetebilmek ve dünyayı değiştirebilmek arasındaki ince çizgi olarak tanımlanır. Bazılarımızın hayatında yer etse de, bazılarımız için bir yaşam felsefesi haline gelmiştir. Öyle ki bazen o kadar zorlarız ki ertelemeyi bile erteleyebiliriz. Peki ertelemeyi hayatımızın hangi bölümlerinde görebiliriz? Ertelemek sadece birşey yapmamak değildir, ertelemek kahve yapmaktır, kısa bir süre uyumaktır, erik yemektir, bilgisayarda oyun oynamaktır, internette surf yapmaktır, arkadaşına mesaj çekmektir, arkadaşına çekeceğin mesajı silip yeniden yazmaktır, temiz hava almaktır, sigara içmektir, sırtüstü yatıp tavanı izlemektir, sırtüstü yatmadan tavanı izlemektir, pencereden dışarıyı seyretmektir, yemek yapmaktır, yemek yemektir, televizyon izlemektir, faturaların faize binmesidir, kitap okumaktır, liste yapmaktır, kağıda bir şeyler karalamaktır, sandalyeyi sallamaktır, yani kısaca yapacağın şeyin dışındaki her şeydir. Zavallıca bir potansiyele erişememe durumudur. Peki bu zavallıca durum hayatımızda olmazsa ve her birimiz potansiyel enerjilerimizi, kinetik enerjiye (E=1/2mv²) dönüştürsek ne olurdu peki? Neyse bunu sonra düşünürüm, Behzat Ç. başladı...