24 Aralık 2010 Cuma

Sevgili dostum

Sevgili dostum İvagor Yasinoviç;
Sana bu mektubu Puşkin Caddesi'nin köşesindeki küçük karanlık odamdan yazıyorum. Odamda küçük bir dolap ve yataktan başka hiçbir şey yok, ama ev sahibem Maria Ayvinov çok iyi bir kadın. Her sabah bana bir parça börek ve yarım bardak bira getirmekten hiç üşenmiyor. Moskova en soğuk günlerini yaşıyor. Her ne kadar eski redingotumla karlı yollarda üşüyerek yürüsem ve sarhoş Rus'larla uğraşsam da, Moskova'nın puslu sokakları bana hep bir neşe vermiştir. Gerçi bir arabacıyla 40 ruble karşılığı anlaştım ama her yere arabayla gidilmiyor.
Günlerim okula gitmekle ve evde kısa öyküler yazıp dergilere satmakla geçiyor. Hocalarım benden övgüyle bahsediyor, özellikle de dil bilimi hocam Nikolai Yukşerov. Benden ve ilerde büyük bir yazar olabileceğimden kıvançla bahsediyor. Bunların dışında huysuz bir vergi memuru olan komşum Vladimir Sergenyev'in dırdırlarını dinliyorum. Sattığım öyküler için neden vergi vermediğimden yakınıp duruyor. Ev sahibem de ondan çok çekiyor. Ah zavallı Ayvinov.
Sabahları okula giderken manastıra uğrayıp Peder Mansinov'dan senin için dua etmesini istiyor ve Tanrı'ya yakarıyorum. Peki senin günlerin nasıl geçiyor? Kardeşin Jakov sonunda bir peder olmayı başarabildi mi? Umarım sen de halinden memnunsundur. Yüzündeki buruk gülümsemenin hiç gitmemesi dileğiyle.

Biricik dostun Fyodor Cihanoviç

Not: Bu mektupla beraber sana 135 ruble 50 kopek yolluyorum. Amcam Goladkin bana para gönderir göndermez elimden geldiğince tekrar yollayacağım. Mektubu getiren arabacıya da parasını verirsen sevinirim.

14 Aralık 2010 Salı

13 Aralık 2010 Pazartesi

Zorla Dram Yaşamak...


Ankaraya kar yağıyordu...Tuz kamyonları geçerken pavyonlarıyla ünlü caddede bulunan evimin penceresinden, kendimi elimde bir sandalye, sigara paketi ve çayla, ipod ve hoparlörleri hazırlamış biçimde pencerenin önünde buluverdim, öncesine dair hiç birşey hatırlamıyorum. Bilinçaltımda yatan dişi blog yazarı "Ankaraya kar yağıyor, bende pencerede sigara kahve yapıyorum" diyordu. Dişi blog yazarını susturmam için pavyondan çıkan takım elbiseli kafası yarılmış adamı görmem yeterli oldu. Sonra kendime yavaş yavaş gelmeye başladım, elimdeki çay yeşil çaydı ve tadı bok gibiydi ama yinede içtim. Ve en önemlisi ben sigara içmiyordum. Ama yinede yaktım bir tane. Arkada Ezginin Günlüğü çalıyordu. Şarkı değişince shuffle modda olduğu için gelecek şarkıyı bekleme gerginliği bende tam bir uyanış etkisi yaratmıştı. Artık tamamen kendimdeydim, ama yinede kar yağıyordu ve benimde dram moda girmem gerekiyordu. Zorla dram yaşıyordum. Aklıma eskiyi getiriyordum, tam nostaljiye girdiğimde şarkı değişti ve ipoda nasıl girdiğine dair hiç fikrimin olmadığı Emrahtan Narin Yarim çalıyordu. Tamam nostaljiydi ama kesinlikle dramıma yardım etmiyordu. Fakat dayandım, ta ki ipod 5600 şarkı içerisinde tekrar Emrahı bulana kadar. Ortalığı toplayıp, yarım izmariti söndürürken kafası yarılmış adam yanında 3 adamla birlikte geri dönüyordu.

6 Aralık 2010 Pazartesi

bir dönem hikayesi

Yazı yazmak umuduyla geçtim bilgisayarın başına. Yazamıyordum. İçimde bi sıkıntı vardı ne zamandır. Bir baskı hissediyordum son zamanlarda. Aklıma hiç şaka gelmiyordu. Sosyal ilişkilerim zayıflamıştı. Sanki dünya üstüme üstüme geliyordu. Nereye dönsem acı vardı, dert vardı. Depresif ergenler gibi olmuştum, böğürmek istiyordum. EMO'luk mantıklı gelmeye başlamıştı. Her yer karanlıktı, sıkıntıydı, sessizlikti, yanlızlıktı, kaostu, anarşiydi... Geceleri uyuyamıyor, sıçtım mavisiyle uyanıyordum. Kabuslarımda harfler, rakamlar üstüme üstüme geliyordu. Nedenini araştırıyor bulamıyordum. Her yere bakıyordum, okuyordum, izliyordum, google'lıyordum ama hiç bir şey cevap vermediği gibi sürekli bana kötü bir tercümeyle "bunu mu demek isteyip istemediğim" hakkında öneriler veriyordu.
Sabah uyandım, telefona baktım saat 5'ti. Perdeyi araladım, sıçtım mavisi bana gülümsüyordu. Ve o an herşey aydınlandı;
SINAVLAR YAKLAŞTI