29 Mayıs 2010 Cumartesi

Pembe Kelebek Rıfkı


Rıfkı bir sabah uyandı ve kendini bir kelebek şeklinde buldu. İlk uyandığında bir şeyler hisstemişti fakat kanatlarını görene kadar kendinde bir gariplik olduğunu anlamadı. Ne yapacaktı dışarı çıkmalı mıydı artık şoku üzerinde atıp bunları düşünmeye başlamıştı. Yatağının kenarına oturmuş kara kara düşünüyordu ki kardeşi onu gördü. Kardeşi sadece ona bakıyordu. Sonunda "Hayırlı olsun abi,iyi kanat yapmışın" dedi alaycı bi ses tonuyla ergen kardeşi. "Git lan başımdan zaten götüm olmuş 2 metre bide senle mi uğraşıcam dedi" dedi. Çocuk içeri koşuyor bağıra bağıra "Anne abim kelebek olmuş" diyordu. Annesi merak duygusuyla içeri girdi oğlunu görünce "Etrafa tozunu dökme, yeni süpürdüm ortalığı" dedi. Rıfkının zaten kafasını dağıtmaya ihtiyacı vardı, bide annesiyle,kardeşiyle uğraşamazdı. Cep telefonunu, cüzdanını bide yastığın altına zulaladığı sigarasını aldı dışarı çıktı. Sokakta sigara içerek yürüyor, kafasında bundan sonra neler olabileceğini düşünmeye başlıyordu. Kahveye girdi. Her zamanki arkadaşlarıyla oturduğu masasına oturdu,zaten bi o eksikti tayfadan masada. Herkes bıyık altından gülerek bakıyorlardı Rıfkıya. En sonunda Sait dayanamayarak "Pembe seni açmış Rıfkı" dedi. O anda tüm kahve gülmeye başladı. Rıfkı ağzında sigara" kahvenizede masanızada..." diye küfürler savurarak dışarı çıktı. Ondan başka kimse bu değişikliği garip bulmuyordu. Stresten 3. paket sigarasını içmişti bi günde. akşama kadar orda burda sürttü en sonunda bi meyhanaye oturdu bi büyük devirip evin yolunu tuttu. Eve geldiğinde babası kapıda bekliyordu bu kadar geç gelmesine kızdı bide sarhoş görünce iyice küplere bindi sözlü münakaşa yerini babanın fiziksel temaslarına bıraktı. Rıfkı deliye döndü mutfaktan bıçağı alıp babasını bıçakladı artık gözü hiç bir şey görmüyordu o gece cinnet geçirip tüm aileyi öldürdükten sonra kendide intihar etti.

Faik orta direk evli bir türk vatandaşıdır. evden işe işten eve gider durur. akşam eve geldiğinde hiç umrunda olmamasına rağmen "saçını yaptırmışsın" dedi. karısı hiç duymamış gibiydi mutfağa geçti akşam yemekte ne var dediğindede cevap alamadı. televizyonu açtı haberlerde cinnet geçiren kanatlı bi adamın ailesini katletmesi vardı kanalı değiştirdi barcelonanın maçını açtı. yemek sofrasına oturduklarında farketti karısının 8 bacağını...

25 Mayıs 2010 Salı

Dİ Mİ?

Evvel zaman içinde kalbur (kambur?) saman içinde Yasin(endergelişenossasunaatakları) Eskişehir'e gelmişti. Güzel geçen günlerden sonra gitme vakti yaklaşmıştı ve bilet almamız gerekiyordu. Adalar'daki yazanelerden birine girdik( şimdi ben burdan isim verip de kimseyi de falan filan). Kısa bir pazarlık ve bilgi edinmeden sonra bilet alma aşamasına geldik.

Adam: Saat kaçta olsun?
Yasin: 11:30
Adam: İsim?
Yasin: Erdinç Yasin Dinç
Adam: Erdinç Yasin di mi?
Yasin: Evet

Bilet yazdırıldıktan sonra kısaca bilete göz gezdirmek için elime aldım.

Varış: Ankara Saat: 11:30 Yer: 24 İsim: Erdinç Yasin DİMİ

Ben bilete baktım. Yasin bilete baktı. Ben yasine baktım. Yasin bana baktı. İkimiz de adama baktık. Sonra hiçbir şey demeden dükkandan çıktık ve bu konu hakkında sonsuza kadar konuşmadık.

23 Mayıs 2010 Pazar

Hayatta bir şey yapmamak için yapılacak şeyler #38:

Hayatta bişey yapmamak için yapılacak şeyler listesi oluşturmak.

22 Mayıs 2010 Cumartesi

Bugün
ŞU HAYAT DENEN BREADBOARDDA ASLINDA HEPİMİZ BİRER PORT DEĞİL MİYİZ?
dedim insan içinde.

(Elektrik-Elektronik okumayan şanslı kişiler için bkz:breadboard )

21 Mayıs 2010 Cuma

Efendim bu sabah 2de uyanmak suretiyle gazetelere bir göz atıyordum. Evde dağ gibi bulaşık var, bulaşık deterjanı bitmiş ve benim de karnım acıkmıştı. Bir an önce tabakları yıkayıp yemek yemem lazımdı. Başka çarem yoktu, çıkıp bulaşık deterjanı alacaktım ve bildiğiniz gibi gene evden çıkmaya üşeniyordum. Başka çarem olmadığını anlayınca üzerimi giyinmeye hazırlanıyordum. O sırada kapı çaldı. Açtığımda karşımda bir kızın ağzından şu cümleler döküldü:
-İyi günler, biz Berna Laçin'in reklamında oynadığı bulaşık deterjanı FAİRY'den geliyoruz. Tanıtım amaçlı ürünümüzü almak ister misiniz?
Resmen Allah sesimi duymuş ve evlere servis bulaşık deterjanı hizmetini başlatmıştı. Dedim seni Allah gönderdi. Sen çok yaşa FAİRY. Bundan sonra şu 3 günlük hayatta tek dayanağım sensin.

18 Mayıs 2010 Salı

Kişisel Gelişememek



Onur üniversiteyi yeni kazanmış pekde zorlu geçmeyen ÖSS maratonundan sonra aslında pekde istemediği inşaat mühendisliği bölümüne girmişti. Bundan sonra hayatı pekde farklı olmayacaktı. Hayatı hep basit yönleriyle yaşamayı seven bir insandı Onur. Elindeki cep telefonunun tek düğmesi olsun, dolmuşa binecekken cebinde tam parası olsun ki gerilim yaşamasın gibi şeyler isterdi hayattan sadece. Kimse Onurdan nefret etmezdi. Ama çoğu kişi dikkatte etmezdi. Koca bir 20 yılı neredeyse evde geçirmişti ve bundan hiç rahatsızlık duymuyordu.Ve kayıt olmak için İstanbul'a geldi. Aslında oldukça zeki bir çocuktur Onur ama günümüz insanlarında ortak olan ve sigaradan önce, tuvalette ki titremeden sonraki en büyük alışkanlık oranına sahip hastalık olan TEMBELLİK hastalığına yakalanmıştı. Bilgisayarı onun en büyük dostu gibiydi. Hayatının uyumak dışındaki 3/2si onun başında geçmişti. Ben bunları anlatırken Onur kalacağı yurt binasının önüne gelmişti. Ekose etekli, kaşe ceketli saçları düzgünce toplanmış ve hiç evlenmemiş(tüm gerekenler tamam artık artık herhangi bi memurlukta çalışabilirsiniz:) memureden odasını öğrendi ve yukarı çıktı.Bavulunu odadaki yatağının üstüne koydu ve bavulun yanına uzandı. Bi kaç dakika sonra uykuya daldı. Ve bir rüya gördü; rüyasında çok önemli bir yazar, eleştirmenlerce takdir toplayan bir ressam ve aynı zamanda bir müzisyendi. yazdığı kitaplardaki mesajlar dünyayı yerinden oynatıyor , resimlerindeki ahenk bakanların başını döndürüyor, binlerce kişilik salonlarda dinletilen senfoniler besteliyordu. Yani çok önemli bol ödüllü bir adamdı. Hatta bir hayranının "Sizin gibi olabilmek için hayatımı verirdim" sözüne "Ben verdim" deyip arkasına bakmadan bile gitmişti. Sonra bu hareketine içerleyen hayranı tarafından vuruluyor, fakat yapıtları hala konuşulmaya tartışılmaya devam ediyordu. Ve uyandı. Valizini dolaba yerleştirip yatağını düzenledi. Karnı acıkmıştı bir şeyler yemek için kantine indi.

Not:Bundan sonra okuyacağınız yazı Onur'un İstanbul'a ilk gelişinden yaklaşık 3 yıl sonra bir yaz okulu sırasında arkadaşıyla arasında geçen bir konuşmadır.

Onur: hadi yusuf bi counter atalım.
Yusuf: tamam hadi sen kur ben giriyorum. sen gitar kursuna başlamıyormuydun bugün?
Onur: ya uff hava çok sıcak boşver sonra giderim.

Ve Onur hayatı boyunca gitar öğrenemedi...

BİTTİ

15 Mayıs 2010 Cumartesi

Pastayı Taşa Vurmak

Siz umut nedir bilirmisiniz dostlarım.Bir insanın beklentileri olması ve onların boşa çıkması sonucu oluşan hayal kırıklıklarını.Ben bilirim.Size çok yakın bir tarihten bir örnek verebilirim mesela bugünden. üniversite yıllarımın başındaki yurt hayatımdan kurtulmanın zamanı geldi diye düşünmüştüm ki bu dürtünün saçma üniversiteyi başka şehirde okuma dürtüsüyle aynı yerden geldiğine inanıyorum ayrıca. ve bundan yaklaşık 7 ay önce Ankara'da Cebeci semtindeki evimize taşındık. mevki bakımından çok renkli, eğlenceli ve bir o kadarda tehlikeli olan ve tüm Ankaralı sanatçıların sahne aldığı gazinoların üstündeydi evimiz. günlerimiz çok güzel giderken birden onlar geldi. olmaması gereken bir yerde olanlar:kızlar. bizim tam karşı daireye taşınmışlardı ve bizden temizlik için su istiyorlardı. haliyle verdik. bi erkek öğrenci evinin karşısına bir kız öğrenci evinin gelmesi her zaman garip bir olaydır. ve bende merak ve sosyalleşme isteği ile tanışmak için atakta bulundum. ve o gün malzemeleri alıp tarifi kolay bi pasta yaptım. yolda konuşmaları bir satranç maçı edasında zihnimde canlandırıyordum "komşuda pişti pardon dondu size de düştü ahahaha" diye iğrenç bi girişte karar kılmıştım ve yaklaşık 12. denemede kapı ziline basmıştım. ayak sesleri yaklaştı ve kapı açıldı. karşımda bir erkek vardı. aklımdan milyonlarca ihtimal geçti kızın arkadaşı daha kötüsü sevigilisi olması ihtimali en güçlüsüydü. fakat kafayı uzatıp içeri baktığımda 3 erkek şahşiyet ve 0 dişi görünce durumun vehametini anlamış ve elimde pembe bi tabakta çilekli ve halleyli pasta ile kalakalmıştım. fazla seçeneğim yoktu tabağı uzatırken durumu nötrlemek için ağzımdan şu sözükler döküldü "hoşgeldiniz GARRDAŞŞ!" özgüvenimin kalan son kırıntılarıda o sözcüklerle birlikte boğazımdan çıktı.ve başka hiç bişe diyemeden eve döndüm.

BİTTİ.

14 Mayıs 2010 Cuma

Komşusu uyurken uyanık olan bizden değildir

Gregor Samsa bir sabah uyandığında kendini bir böceğe dönüşmüş olarak buldu...
Cihan'da bir sabah uyandığında kendini pijamaları içinde buldu...
Çalan kapı ziline uyanmıştı. Gerçi alarmını kurduğu cep telefonunu 1-2 kez ertelemiş, bir saat öncesinden "grrbbuuuurrr gubbbuuurrrrkk" diyen güvercinlerle boğuşmuş ve yarı uyur-yarı uyanık uyku modundaydı. Kalktı yatağa oturdu. Sağa sola bir baktı ve kapıyı açmak için kapıya doğru ağır adımlarla yürüdü. Kapıyı açtığında karşısında her zamanki gibi şık haliyle, bütün uykusunu almış, olanca bütünlüğüyle derse hazır, gözleri çakmak çakmak bakan üst komşusu Melih'i buldu.
Henüz yeni yumurtasından çıkmış bir civciv kadar açabildiği gözlerini ovuşturdu, yüzü gözü şişmiş bir halde Melih'e baktı.Melih açısından bakacak olursak; hergün böyle bir manzarayla güne başlamanın nasıl bir şey olduğunu daha sonra çektiği acıdan farkedecek, bu acı yüzünden erecek ve Mevlana'nın müritlerinden biri olacaktı. Melih kısık sesle "Komşu uyandın mı?" sorusunu yöneltti. Felsefenin henüz çözümleyemediği 2 soru olan ;"varlık var mıdır?" (ki yusuf arkadaşımız "vardır" diyerek çözümlemiştir) ve "uyandın mı?" sorularından biri kendisine sorulan Cihan aklına gelen en derin anlamlı felsefik cevabı verdi: "evet".
Kısa bir sessizlikten sonra 2. soru gelmişti bile: "derse gelecen mi hacıt?". Cihan'ın bu soruyu uyku haliyle cevaplaması zor oldu: "hongö döğğrs vaağğrr bogön". Bu dili dünyada Cihan'dan başka bilen tek kişi olan Melih hızlıca cevap verdi: "şimdi sörkıt var, ama bugün anlatacağı şeyler sınavda çıkmicakmış". Cihan'ın derse gitmeme isteğine tuz biber ekmiş, hafif domates doğrayıp az pişmiş soğanla pembeleşinceye kadar yağda çevirmiş ve biraz kekik biraz da kimyonla dadından yinmez hale getirmişti. "Tomam o zağğman, sen gid şiğmdü bön oöğlen gölürüm" cevabını alan Melih, bu mesajı decode etmiş ve "tamam o zaman hadi öğlen görüşürüz" deyip olanca çevikliğiyle merdivenlerden aşağıya inmeye başlamıştı.
Kapıyı kapatıp bir idam mahkumunun yürüyüşüyle yatağına giden Cihan, yorganı kafasına kadar çekip gözlerini kapatmış ve duyduğu vicdan azabıyla düşünmeye başlamıştı. Kendi kendine "derslere gitmek lazım hacıt, dersi derste öğrenecen. Aslında bi de günlük, olmadı haftalık tekrar yapsam bu işi kotarırım ben" dedi.Sonra konudan konuya atladı, fenerbahçede Özer Hurmacı'nın oynadığı mevkiyi eleştirdi, eskişehirin rakımını hesaplamaya çalıştı, "elektrik ne acayip şey la, böyle akıyo ama akmıyo gibi, dokanınca çarpıyor, görünmüyor" diye söylendi. Tam uykuya dalacakken bütün meselenin yukarıda oturmakta bittiğini, kendisinin yukarda otursa her sabah erkenden uyanıp Melih'i uyandıracağını, bütün bunların yukarıda oturma psikolojisinde yattığını düşündü; sonra buna kendisi de inanmadı. Rüyasında dev güvercinler "guburak gubbrrruuk" diye onu kovalıyordu. Tekrar uyandığında camda ona doğru bir deney faresini inceler gözlerle bakan iki güvercinin "guburrruk guurrrub" diye konuştuğunu gördü. Okula gitme vaktı gelmişti...

Saygıdeğer okuyucular; bu yazımı beni her sabah uyandıran, külüne muhtaç olduğum, "Allah'ım ben sana ne yaptım da bana böyle bir hediye verdin, sonra hesabını sorma ama bak" dediğim üst komşum Melih'e ithaf ediyorum. Ev almadım komşu aldım hacıt.

YES MAN

Bahtiyar abi'nin (eski ama değil, ev arkadaşım) bir tanıdığı bana "sen kaçtasın bu sene?" diye sordu. E haliyle "2" dedim. "Oh iyi iyi az kalmış bitmek üzere" dedi.Bir an düşündüm; evet 2. sınıf bitiyordu, 3'e geçiyordum ve haliyle okul bitmek üzereydi. Üniversiteye geleli 3 sene olmuştu ve ben bu 3 sene süresince elle tutulur hiç bir şey yapmamıştım.
Hadi ilk sene biraz egzantrik olaylar yaşamıştım, sonuçta hazırlık sınıfı ders yok bişe yok. Ama bu son 2 sene geriye dönüp baktığımda tam bi felaket. Ne adam gibi ders çalışmışım, ne deli gibi eğlenmişim ne de insanlığa faydalı bişe yapmışım (güneş pilleri projesi hariç, onda az da olsa insanlık için küçük bi adım atmıştım). Yani bir gün çocuğum bana "baba bana üniversite anılarını anlatsana" dediğinde "bi gün dersten kaçmıştım ehe ehe ehe" deyip susacak kadar anım vardı.
O "Oh iyi iyi bitmek üzere" cevabı kafamda şimşekler çakmasına sebep oldu. Hayatımın en güzel yılları olan üniversite yıllarını bu şekilde geçirmeye devam edemezdim.Ve o an bi karar aldım. O andan itibaren artık "YES MAN"dim.
Nedir bu "YES MAN"; Jim Carrey'nin 2008 yılında çektiği bir filmdir.( bkz. : http://www.imdb.com/title/tt1068680 ) Kısaca spoiler yapmadan özetlemek gerekirse; film iş,ev ikileminde monoton bi hayat geçiren bir adamın bir gün kendilerine sorulan her soruya YES diyen bir gruba katılması ve hayatının en güzel yıllarını geçirmesiyle başlar. İzlemeyen arkadaşların bu yazı bitmeden zaten izlemiş olması gerekirdi.
Peki ben neden bunun farkına varma gereği duydum. Bakın arkadaşlar, bir insanın şu ana kadar yaşamış olduğu hayatının değeri 2 şeyle ölçülür:
1- İnsanlığa faydalı yaptığı şeyler
2- Birine anlatabileceği komik anılar.
Bir hayatta bu 2si ne kadar eksikse o kadar boşa geçmiş bi hayattır o hayat. Böyle gereksiz, atsan atılmaz satsan satılmaz, böyle garip, pis ,nalet bi hayattır o hayat.
Evet gençler sözüm size. Ayağa kalkın silkinin ve
GENÇ OLDUĞUNUZU VE HAYATINIZIN EN GÜZEL YILLARINI ŞU ANDA GEÇİRDİĞİNİZİ VE BUNDAN Bİ 5-6 YIL SONRA KEŞKELERLE DOLU ANILARINIZ OLACAĞINI UNUTMAYIN!!!
O yüzden hadi gelin bana katılın, hep beraber önümüze çıkan her atraksiyona cevap verelim;
YES!!!

9 Mayıs 2010 Pazar

Canını Yediğimin Amerikan Rüyası...


Yaşasın Amerikan Emperyalizmi! Yazıya bu kadar etkili bi o kadarda absürd bi giriş yapmanın mantığını hala anlayabilmiş değilim ama merhaba arkadaşlardan daha iyidir sanırım neyse biz konumuza dönelim; japonlara sevgilerimi ilettiğim yazımdan sonra eleştiri mahiyetinde tebrikler aldım. Ve kimsenin umurunda olmayan ikinci ulus tespitlerimi sizlerle paylaşmak istedim;Amerikalılar namı dier USAlılar.Tepitte bulunmak istediğim tek konu var. oda; Amerikanın ekonomisi neden bu kadar büyük? Sizce? 1. ve 2. dünya savaşlarında counter misali pusup headshotla en kazançlı ülke olarak çıktıkları için mi, yoksa coğrafi keşiflerden sonra sömürgecilik anlayaşını devam ettiren tek ülke olduğu için mi ya da(da ayrı yazılır:) başka ulusların topraklarını parayla ve rüşvetle kandırarak ellerinden aldıkları için mi?HAYIR... Sizlere nedenlerini açıklıyayım;

1)adamlar ekmeği evde yapıyor. bide küp şeklinde yoğun yoğun yapıyorlar, böylece besin değeri artıyor ve doyurucu oluyor.

2)evden çıkarken elektriği direk trafodan kapatıyorlar.çamaşırlarını 100 derecede değil son derece iyi yıkıyorlar.

3)dışarıdan spor ithal etmeyip yerli malı yurdun malı herkes onu kullanmalı diyerek kendi sporlarını yapıyorlar. bkz. beyzbol, basketbol ff(falan filan).

4)yurtdışından öğrenci ithal edip, ucuz iş gücü statüsünde çalıştırıyorlar.

5)ülkede terörist tehditten bahsedip sakallı insanların sakallarını kesmeye zorlayarak ülkede berber istihdamı sağlıyorlar.

6. ve en önemlisi ise başkanlık seçimlerinde sadece 2 parti yarıştırıp fazladan bayrak ve miting otobüsü masraflarından kaçınıyorlar.

İşte american dreami american dream yapan gerçekler. Ve bunların üstüne adamların siyahi bi başkanı var hemde beyaz fiyatına. ne akıllı ülkesin amerikaa!Sizlere veda ederkende bizim gelişmekte olan ülkemizden bir kesit:




8 Mayıs 2010 Cumartesi

Ve şimdide üniversite yıllarının klasikleşen ve en çok hit olan parçası geliyor:
Olum bizden adam olmaz!

5 Mayıs 2010 Çarşamba

Az önce bi iddaa yorumcusunun "iki takım da skoru korumaya yönelik oynuyor, bu maç alt biter" dediği Hibernian-Motherwell maçı 6-6 bitti :D

ADANA VE 5D(EVET EVET FAYFDİ)

Bugün Adana’da gördüğüm bir şeyi paylaşayım istedim sizinle. 5D(fayfdi) sinema… Evet evet yanlış duymadınız 5D sinema. Vay daha yeni 3Dye alıştık 4Dyi görmedik bile 5D nerden çıktı sözlerini duyar gibiyim. Bende öyle dedim ilk gördüğümde ve merakıma yenilip gidip sordum. ‘Hocam 5Dye ne zaman nasıl geçtiniz yaaa?’ dedim. 5D sinemadaki görevli arkadaş başladı anlatmaya… ‘Görüntü normalde TRİDİ. Hareketli koltuklara oturtuyoruz TRİDİ+VANDİ=FORDİ. Önden rüzgar efekti veriyoruz VANDİ de oradan elde vardı FORDİ, FORDİ+VANDİ=FAYFDİ.’ dedi. ‘Arkadan enseyede sen üfleseydin de siksdi olsaydı’ der gibi baktım. Ama anlamadı tabi. Oradan koşarak kaçarken kendimi radyasyondan koşarak kaçan adama benzettim. Yav arkadaşlar lütfen bir yetkiliyi Adana’ya gönderip Adanalılara boyut kavramını anlattırın. Ya da boş verin yetkiliyi, ben buradan Adanalılara sesleneyim. Adanalı gardaşlar biz Adanalıyık Allah'ın adamıyık napacan FAYFDİyi bize TRİDİ bile fazla bırakın Adana'nın plakası da, Allah’ı da, boyutuda bir olsun :)

Yazan: YUSUF TÜRKYILMAZ

Arkadaşımın arkadaşısın...

Otobüse binilmicek kadar sıcak bir öğlendi. ozan onu bekleyen şeyin ne olduğunun farkında değildi. oysa evde oturup boş boş oturabilirdi. sıkıntıdan internetten yeni çıkan kosla maxi oxi duble ekşın reklamını izliyordu.bu kadar sıkılmış olmanın verdiği gazla arkadaşı fatihi aradı ve buluşalımmı lan dedi. cevap olumluydu, fakat küçük bir ayrıntı ozanı düşüncelere sevketmişti: "cenklerde burda"...Cenkler... cenkler sürü halinde dolaşan canlılardı. birlikte yemek yer, birlikte ödev yapar, birlikte sinemaya giderlerdi; ve en önemlisi onlar fatihin arkadaşlarıydılar. ozan son kez bi nazo reklamıda izledikten sonra kalktı hazırlandı ve kendini yollara vurdu. yolda cenklerle nasıl konuşması gerektiğini düşünüp durdu. etkileyici bir giriş mi yapmalıydı. yada cool takılıp sadece geçip oturmalı mıydı. sonunda cool takılmanın daha kolay olacağını düşünüp bunda karar kıldı. o sırada buluşma mekanı olan cafeye gelmişti. burası bir nargile cafeydi. içerisi duman altıydı. cihan gili bulmak için eğilip dumandan gözlerini korumak için ellerini siper ederek etrafa bakıyordu ki o cool giriş hayallerini söndüren sesi duydu: "ozan burdayız" fatih ve cenklere arkası dönük ve domalık şekilde kalakalmıştı. ne yapabilirdi. hiç bişey olmamış gibi kalktı fakat evrim resminde 1 basamak geriye düşmüş elinde sopa olan neanderthal gibi yürüyordu artık. bu olay sonun başlangıcı oldu. fatihle samimi bir sarılmadan sonra her bir cenk bireyiyle törensel olarak el sıkıştı ve fatihin yanına oturdu. tanıştırılma faslına geçildi. ozan cenk erkekleri ve cenk dişileriyle tek tek tanıştırıldı. fatih ozanın üniversitede sosyolojide olduğunu söyledi. cenk dişilerinden tuğçe ilgilenmiş gibi yaparak "aa ne güzel bölüm benim bi arkadaşımda orda okuyor" dedi. ve ondan sonraki 10 dakika tuğçenin sosyolojideki arkadaşında bahsedildi. ozan görüntüde iyice silikleşmeye başlamıştı. kendini göstermeliydi. doğru anı bekliyordu ama zaman hızla tükeniyordu...sohbetler koyu bir şekilde devam ediyordu, fatih esprileriyle ,cenk yorumlarıyla güne renk katıyordu. ozan konuşmaları dikkatle dinliyor, esprilere buruk bir gülüş atıyor ve bir açık yakalamaya çalışıyordu. bir ara fatih cenke sınavının nasıl geçtiğini sordu, cenkte on numara dedi. işte bu ozanın belkide tek şansıydı. kendini hazırladı. zaman boyutunu aşmıştı, adeta nirvanaya ermiş, içini tarif edilmez bir mutluluk kaplamıştı. ağzından şu sözcükler döküldü "BEYİN BEDAVA". ağzını sonuna kadar açarak kahkaha attı ama artık sesleri duymuyordu. son hatırladığı tüm masanın garip bir şekilde ona baktığıydı. ve sonra...gün bitene kadar kimse onunla konuşmadı. eve döndü. youtubedan video izlemeye devam etti. ama artık hayat ozan için asla eskisi gibi olmayacaktı...

kıssadan hisse: arkadaşlarınızın arkadaşlarına iyi davranın çünkü bir daha onları göremeyebilirsiniz.

4 Mayıs 2010 Salı

İnsanlığa sesleniş!!!

HEY!!! İNSANLIK!!! UYAN!!! CİRCUİTTEN 73 ALMIŞIM!!!
Olm İnsanlık, kalk lan bi bak bişe dicem; Melik aradı az önce dedi müjdemi isterim. Önce yok dedim, olmaz dedim isteme dedim ama baktım kurtuluş yok bi de uyuyodum tabi o sırada merak da ettim, kısa bir müjde pazarlığından sonra, dedi Circuitten 73 almışın. Dedim bütün müjdeler sana feda olsun (müjdeyi insan ismi olarak düşünmeyin).Dedim Allah'ına gurban.Daha bi çok şey dedim de kapattı galiba telefonu.
Uyandığımdan beri İbrahim Tatlıses'le karşılıklı halay çekip "şabbey"leşiyoruz. Valla bu günleri de gördüm ya, benden mühendis olur.Varsın diğerleri kötü geçmiş olsun. Varsın manyetikte hocaya kalbim kadar temiz sayfa vermiş olim. Varsın sinyalde sabah çözdüğüm soruların aynısı çıktığı halde kalem oynatamamış olim( gerçi bu biraz koydu la, bak nerden aklıma geldi şimdi). Hayatımın en çok çaba harcadığım (bu dönem biraz aksadı tabi) sınavında (buna ÖSS de dahil) öle bi not bana yeter.Yemin ederim gidip çarşının ortasında kolbastı oynayasım var.
Çok hırslandım olm. Bundan sonra günü gününe çalışacam. Ödevlerimi zamanında yapacam son güne bırakmıcam. Sınavlara sistemli çalışacam. Terli terli su içmicem. Annemi babamı üzmicem. Yareppim amin.(bunu yarın hatırlatın bana)
İnsanlık kalk lan 5 dakka daha yatsan nolacak yatmasan nolcak.Lan uyan lan bak su dökerim üstüne. Hacıt kalk kahvaltı yapak lan benim midem kazınıyo.

3 Mayıs 2010 Pazartesi

unutmadım unutturmayacağım(çok ciddiyim)


Önemli Not:Aşağıdaki yazıda ciddiyeti korumak için anlamını bilmediğim ve çoğunun osmanlıda pazar alış- verişi sırasında kullanıldığını düşündüğüm kelimeler ve bolca 3 nokta vardır mazur görün...


çocuktuk...daha ergenliğin iğrenç sivilceleri bir tokat gibi suratımızda patlamıyordu...çocuktuk ...hayatta yalnız 2 duyguya yer vardı; şaşkınlık ve mutluluk...çocuktuk ve en güzeli bunun farkında değildik ve birgün o çıkageldi, bize aşkı, cesareti, amacımıza ulaşmak için savaşmayı, ve galiba bide hayvan sevgisini öğreten yegane şey; POKEMON! getikeçımol lafı dillere pelesenk(evet pelesenk) olmuştu. onların seslerini çıkarıp etrafta vahşi hayvanlar gibi dolaşıyorduk. erkeklerle kızların birleştiği nadir konulardan biriydi. kısacası dünya onunla daha güzeldi. ve birgün olanlar oldu...biri atladı ve bir linç girişimi başladı...pencereden atlayan çocuğun rivayetlere göre pokemondan etkilendiği ve yine rivayetlere göre atlarken Pikaçuuu diye bağırdığı söylendi. ve bu herşeyin sonunu getirdi...önce bizim sadece yatmakta diretip zorla izlediğimiz sonra izlerken uyuyakaldığımız çok ciddi amcaların olduğu haber programları bunu tartışır oldu. sonra aileler diziyi yasakladı. ve en sonunda korkulan oldu; pokemon hayatımızdan sökülüp alındı...o zaman yoldan gelip geçen insanların bacağına yapışıp haykırmak istedim "pikachu uçmaz, pikachu uçmaz" diye. ama yapamadım acımı içime gömdüm. büyüdüğümde anladım ki bu olayın arkasında gizli güçler vardı(sanırım israil gibi bişey) ve gerektiğinde pikachuyu bile uçurabiliyorlardı. bu kadar büyük bir güce karşı tek başıma savaşamazdım. bende bu blog sayesinde kendimi sizlere açtım.

bu arada 2, 3 güne kadar başka yazı yazmazsan polise haber verin...
Az önce How I Met Your Mother'da Marshall "Kainatta Star Wars'ı izlememiş olan tek insanlar Star Wars karakterleridir" dedi.
Allah'tan ki bi sahnede Luke Skywalker'ın dublörlüğünü yapmışlığım var.

No more baby photos please

Hepinizin dikkatini çekmiştir şu yukarıdaki "Sonraki Blog" linki. Şimdi anladığım kadarıyla ona tıklayınca karşımıza rastgele bir blog getiriyor. Ama esas mesele ise ben ne zaman ona tıklasam bu blogdan sonra bol bebek resimli aile blogları geliyor. Şöyle bi istatistik tuttum; o linkte genel olarak karşıma çıkan şeyler:
%73 --> Bol bebek resimli aile blogu (böle salyalı malyalı çıplak bildiğin bebek resimleri)
%21 --> Kişisel günlük/bloglar (ama gene de bebek resimleri var içlerinde)
%2 --> Hobi blogları
%1 --> Çiçektir böcektir bunlarla ilgili bloglar
%1 --> Şişman kız blogu (evet böle bi kategori var kendine özgü)
%1 --> Ne olduğunu gerçekten anlayamadığım bloglar
%1 --> Diğer
Burdan çıkarılacak sonuç blogların %94'lük bir kesiminde bebek resimleri, hiç olmadı 0-7 yaş arası çocuk resimleri olması.Burdan bu ailelere seslenmek istiyorum:
DURUN!!! YAPMAYIN!!!! BEBEKLERİ BİR SOSYALLEŞME ARACI OLARAK KULLANMAYIN!!!
Sizin gibi aileler dışında hiç kimse sizin bebeklerinizin salyalı/çıplak/tatlı/ağlarken/komik elbise giymiş/çakmak çakmak bakan vb. fotoğraflarıyla ilgilenmiyor. Onları lütfen bu hale getirmeyin. Onlar daha tüyü bitmemiş,günahsız,vaftiz edilmemiş yavrucaklar.
Benim tavsiyem blogspot-gizli servis falan ortak çalışmayla bu aileler bulunsun,ve bu bebekler ellerinden alınsın. Angelina Jolie veya Britney Spears'a bi süreliğine evlatlık verilsin ki aileler bu bebeklere neler yaptıklarının farkına varsınlar. Sonra akılları başlarına gelince şartlı iade edilsin.
Gene öfkem dinmedi bu ailelere ama bebeklerin hatırına daha ileri gitmeyim.Neyse...
Eğer inanmıyorsanız siz de o linki deneyebilirsiniz. Eğer karşınıza %90 oranlarda bebekli bloglar çıkmazsa gelin beni bulun "cihan karşıma %90 oranlarda bebekli blog çıkmadı" deyin. Ama iyi bakın ha eski postlarda falan bi yerlerde mutlaka vardır.
Eğer uslu bir çocuk olursanız belki bir gün siz de bebeksiz blogları görebilirsiniz.
"uyursak hiç uyanamayız o yüzden sabahlayalım"la başlayan, "biraz kestirim"le devam eden, "oha lan çok uyumuşum"la sıçtın mavisi bir gökyüzüne uyanılan bir sınav günü daha!
Herkese günaydın;
Hani gece uyurken kulağının dibinde uçan sineğin ne zaman kulağına konacağını bilemezsin ya, işte öyle bi tedirginlik var bugün üzerimde.

atom bombası ve sonrası

japonlara karşı bir garezim yoktur bilhassa çok severim bu yarı insan yarı anime yaratıkları. ama cidden bazı şeyleri izleyince gerçekten kendi kendime sormuyor değilim atom bombası kitle imha edeyim derken işlev mi şaşırmış diye. aslında dışardan gayet zeki, çevik ve ahlaklı görünüyorlar aldanmayın yıllardır filmlerle (bkz. Çin İşi Japon İşi) ve müzikle (bkz. atilla taş , Bir Japona Aşık Oldum)beynimizi yıkıyorlar ama sonra asimo merdivenden düştü ve kel göründü...








bence bu kadar kendilerine has bi espri anlayışları olan ve bunda gereğinden fazla ısrar eden başka bi millet gelmemiştir dünya üzerine (asurlular ve babilliler üzerindeki araştırmam süratle devam ediyor). son olarak size tüm bu anlattıklarımı kanıtlarcasına bangır bangır bir japon harikası geliyor:ismen konsomepanci cismen kimliği belirlenemeyen uçmayan cisim

2 Mayıs 2010 Pazar

Şimdi ben anlamadım bu blogun amacı ne diyenlere cevap

Valla bu blogun amacını ben de anglamıyorum ki siz anglayın:


O diil de bi İlhan İrem vardı noldu ona?

Belgesel Niteliğinde bir yazı: Kulpunu bırakıp kaçan bardaklar

Eskişehir'deki ilk yıllarımda öğrenci evidir, lazım olur diye 6'lı kupa seti almış idim. Her biri aşağıdaki örnekte gösterildiği gibidir.

Ve fakat, daha sonra bu kupaların ilginç bir özelliğini keşfettim. Bu kupalar normal bardaklar gibi düştüğünde, bir yere çarptığında veya sıcak-soğuk gibi etkenlerden dolayı kırılmıyor,aynı korkan kertenkelelerin kuyruğunu bırakıp kaçtıkları gibi sadece kulpunu bırakıyordu. İlk başlarda tesadüf sanmıştım ama elimde 4 tane kulpsuz bardak olunca bunun tesadüf olmadığını anladım. Bu kupalar kırılmaya neden olan etkenler dışında; korktukları zaman da kulplarını bırakıyorlardı. Bir keresinde korku filmi izlerken kola içtiğim kupa elimden kayıp düşmüş, elimde sadece kulpu kalmıştı.Kulpsuz bardakların görüntüsü ise aşağıdaki örnekte gösterildiği gibidir.

Bu konuda bir çok teorim var. Bu kupalara kertenkele DNAsı aşılanmış ve sonuçlarını görmek için halk arasına salınmış olabilir veya çok gizli bir deneyin sonucu ihmalkarlıkla normal kupaların arasında karışmış olabilir. Herşeyin arkasında İsrail de olabilir. Şimdilik bu kupaları gözlemlemeye devam edecem. Sonuçları size bildiririm.

burdan (yani kanepenin üstünden) insanlığa seslenmek istiyorum UYANIN!.saat kaç oldu!sizler için gittim araştırdım saat 4 olmuş. bu saate kadar yatılır mı sorarım size. bu gaflet ve delalet içinde daha ne kadar soyumu sürdürebilirim. doğal seleksiyona kurban olim ama bu bole gitmez. bundan sonra karar verdim günü gününe çalışıcam ödevlerimi aksatmıcam bide kışın yatarken ayaklarımı birbirine sürtmicem. sezar ne demiş "veni, vidi, vici"...bende adam olup bole bişe soylicem bigün
insanların yalnızca bacaklarından cart diye ikiye ayrıldığı bir dünyada yaşıyoruz. böylesine global bir dünyada bizimde msn ve facebooktaki hiç bir zaman kinetik enerjiye dönüşemeyecek olan potansiyel enerjimizi hiç olmazsa tanımadığımız insanlarada bulaştırmak için böyle bir işe giriştik. sevimli kedi resimlerinin olmadığı bir dünya dileğiyle...
Bu blog; sınavların bitiş dönemi sonrası işi gücü olmayan 2 üniversite öğrencisi tarafından gece yarısı brain fart sonucu yaratılan bir oluşumdur. Blogun ilk mesajında bloga adını veren ulvi kişiliğin videosuna burda yer vermeden duramayacağım. Keşke hepimiz sınav çıkışları onun gibi olabilsek. Saygılarımla:


Cihan