1 Ağustos 2010 Pazar

Bana balık tutmayı değil, makarna yapmayı öğretin.



Üniversiteye başlamasının üzerinden 1 yıl geçmişti. Rahat ve bir o kadarda sıkıcı geçen bir hazırlık sınıfı döneminden sonra bölümünde derslerine başlayacağı ilk seneydi. Ne hocalarını ne de sınıftakileri tanıyordu. Hazırlıkta tanıştığı tek kişi yanında oturan ve durmadan hayata, derslere, hocalara ve hatta sonunda nasıl beceriyorsa konuyu getirip allaha bile küfreden depresif bi adanalıydı(gurbette adanalılar zaten çekilmez bide depresifi pazartesiler gibi hiç çekilmez). Onunlada bi daha görüşmek istemiyordu zaten. Onun dışında liseden tanıdığı ve aynı şehirde okuyan arkadaşları vardı. Ve tabi birde sevgilisi... Derslerin başladığı ilk gün tanışma faslı olur diye okuluna gitti. Okula gitti fakat ilköğretim ve lisede olduğu gibi 1 gün süren bir tanışma seremonisi yaşanmadı. Hakkında bir şeyler öğrenebildiği tek kişi hocası Fikret Gürgen oldu. Oda tahtaya ismini yazmış ve sınavda dikkat ettiği şeyleri söyleyip(tüm işlemler yazılacak, düzgün yazı olacak, verilenler yazılacak vs. ve en önemlisi kağıdın 2 parmak yanından başlanacak) derslerine başlamıştı. Ondan sonrada her üniversitede bulunan türden bir hoca derslerine girmiş ve sınıfı klişe bombardımanına tutmuştu. Tahtanın sonuna kadar giden sıfırların başına bir koyma numarasından sonra geçmişteki öğrencilerinin başarı hikayeleri ile devam etmiş ve son darbeyi de Abraham Lincoln'ün hayatından kesitlerle indirmişti. Bu hocanın ismi önemli değildi onun için zaten hatırlamadı hiçbir zaman. İlk vizelere girdiğinde sınavlarının iyi geçmesi moralini düzeltmişti. Sınav sonuçları açıklandığında Fikret hocanın dersinden aldığı not onu şaşırtmıştı. Sınavın çok iyi geçmesine rağmen aldığı not çan eğrisinin eğrilerinde eriyip gitmişti. İtiraz etmek için hocanın odasın girdi. Fakat itirazları hocanın "yalnızca sonuca giden işlemleri yazmışsın" cevabı ile son buldu. Tek yapabileceği şey boyun eğmekti. Bunu takip eden sınavlarda da durum değişmedi. Fikret hoca mutlaka bir eksik buluyor ve kendisini öğrenci cehennemine(yaz okuluna) doğru yolluyordu. Ve sene sonu olduğunda ikinci dönem tekrar aldığı dersin final zamanı yaklaşıyordu. Fikret hocanın dersine çalışmaktan diğer dersleri unutmuştu. kitapta yazan(önsöz, içindekiler ve kaynakça dahil) her şeyi ezbere biliyordu artık. Sınav günü geldiğinde hocanın elinden kağıdı büyük bir güven duygusuyla aldı ve kalemi kağıdın üzerinde zevkle gezdirmeye başladı. Soruları çözüyor çözerken de bütün işlemleri yapmaya dikkat ediyordu. Ve sınav bitiğinde suratına koca bir gülümseme ile hocanın yanına gitti ve kağıdını verdi. Diğer sınavları da ortalama geçmişti. Ama Fikret hocanın dersinden geçmek ona yeterde artardı. Ve sınav sonuçlarının açıklanacağı gün gelip çattı. Heyecandan üniversitenin kötü hazırlanmış ve üniversitenin fotoğraflarından oluşan slayttan başka birşey olmayan sitede kendi bilgilendirme sayfasına nasıl girdiğini hatırlamıyordu. Tek hatırladığı şey malum dersin karşısında gördüğü iki harfti "FF". Başı dönmeye midesi bulanmaya başladı. Hemen ertesi günü otobüsle Ankara'nın yolunu tuttu. Hiç vakit kaybetmeden üniversitede hocasının odasına kapıyı çalmadan tüm siniriyle girdi. Fikret hoca hiç telaşlanmamıştı. Sanki bunu bekliyor gibiydi. "Sınıftaki herkesten en az 5 kat daha fazla çalıştım ve daha herkesten daha iyiyim. Sınavda herkes en fazla 2 kağıt alırken ben 5 tane kağıt doldurdum. Bazı yerlerde çarpma işlemi yerine daha açık olsun diye toplama işlemi yaptım. Ve hatta kahrolası 2 parmak boşluğu cetvelle belirleyip bıraktım. Ve bu dersten FFle kaldım. Hocam bu sefer neyi unuttum en azından bir açıklama bekleme hakkım var galiba" dedi. Fikret hoca sandalyesinde doğruldu ve sakin bir şekilde konuşmaya başladı "Sınıfta hiç tanıdığın yok, arkadaş edinmeyi unuttun, derslere çalışmaktan kız arkadaşınla yıl dönümünüzü unuttun, aileni sadece paran bittiğin zaman arayarak onlarla ilgilemeyi unuttun en basit haliyle kendi hayatını yaşamayı unuttun" dedi. Affallamıştı söyleyecek bir laf bulamıyordu. Fakat hocasının sözleri daha bitmemişti "Ve en önemlisi sınav kağıdına isim yazmayı unuttun" diyerek konuşmasını bitirdi ve bilgisayarının başına döndü. Bilincini kaybetmiş bir şekilde hocaya bakıyordu. Sonra kendine geldi ve evinin yolunu tuttu. Hocaların ofislerinin önlerinden geçerken ismini hatırlayamadığı hocası bir öğrencisine "olağanüstü ile olağan insanlar arasındaki tek fark, küçük bir "üstü"dür" diyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder